Eski ve kalın paltosunun içinde, kırlaşmış sakallarının yüzündeki kırışıklıkları sakladığı ve kahverengi fitilli kadife pantolonunun içinde zorlukla yürüyen yaşlı adam, ağırlığını hep sağ tarafına vererek ağaçların arasındaki banklara doğru yürüyordu. Boşta kalan eliyle de paltosunun yakasını kaldırarak kendisini, esen soğuk rüzgârdan korumaya çalışırken diğer elindeki poşeti zorlukla taşıyordu. Yaşlı adam, soğuk havaya rağmen bankta oturan uzun boylu, şişmanca, orta yaşlı ve elindeki ince kitabı okuyan adama yanaştı. Elindeki kitaba yoğunlaşan adam arada bir göz ucuyla da ayağının dibinde yiyecek arayan güvercinlere bakıyordu. Tepesinden gelen sese döndü.
“Çay içersin dimi?”
Başını kaldıran adam, az ötedeki aksanlı gelen sesin sahibine gülümsedi.
“Alayım amca.” dedi.
Poşetin içinden, fazladan koruyucu bir kaplamayla sarılmış büyük boy termosu ve kâğıt bardakları çıkarırken sanki önceden tanışıyormuş gibi, “Bel fıtığı ameliyatı sonrası tablayı bıraktım. Bununla idare ediyorum.” dedi termosu işaret ederek.
Hava giderek soğuyordu öğlen saatleri akşama devrilirken. Üzerinde buharı tüten çayı kitap okuyan adama uzattı.
“Emekli de olamadık.” Adam çok yaşlıydı, hava soğuktu ve geçim zordu. Güvercinler ise hala yiyecek arıyordu.
Cebinden bir beşlik banknot çıkarıp adama uzattı. Yaşlı adam,
“Bozuk yok dolanayım getiririm.” dedi. Çenesi hafifçe titriyordu.
“Bir çay daha içerim bu bitince, uğraşma.”
Yaşlı adam eyvallah dercesine kafasını sallayarak geldiği yöne doğru gitti.
Park boşalmıştı. Hava adam akıllı kararmış ve soğumuştu. Kitap okuyan adam çoktan gitmişti ama yaşlı adam hala çayını bitirememişti. Çayını satacak birilerini bulma umuduyla parkın en yüksek yerine tırmanıp yılların yorduğu gözleriyle parkı taradı.
“Bir şey çıkmaz bu saatten sonra.” dedi kalan çaydan kendine doldururken.
Evinin yolunu tuttuğunda uzun caddedeki mağazalar artık kapanıyordu. Kaldırım kenarına park etmiş arabaların arasından yürürken hafiflemiş poşeti bile ona ağır gelmeye başlamıştı. Bacağına vuran ağrıları yolu uzatıyordu sanki.
Boş yolda hızla gelen bir araba uzunca bir fren mesafesinden sonra kayarak durdu. Ne dediği anlaşılmayan siyah kıyafetli bir adam, arabanın yolcu tarafından inip, ağzından salyalar saçarak silahını çekti ve karşısındaki mağazaya doğru ateş etmeye başladı. Silah sesinden ürken yaşlı adam, kendini zorla yana atmaya çalışsa da beceremedi. Ani, sıcak bir sızıyla önce elindeki poşeti düşürdü. Sonra elini karın boşluğuna götürdü. Elini yavaşça çekti, eline baktı ve kendi kanını gördü. Karanlıkta parlıyordu. Dizlerinde zaten olmayan takati kesildi. Midesi bulanıyordu. Kaldırımın kenarına park etmiş beyaz bir sedan arabanın arkasına tutunmaya çalışırken, siyah kıyafetli adamın bindiği araba çoktan uzaklaşmıştı.
Kalabalığı yaran İzzet başkomiser ve Murat, maktule doğru hızla ilerliyordu. “Çekilin kardeşim!” diye bağırdı Murat.
Beyaz sedan arabaya kanı bulaşmış yaşlı adam, kaldırımın kenarında yatıyordu. Gözleri sonradan kapatılmış, artık üşümeyen adamı gören başkomiser, midesine bir yumruk yemiş gibi geriye bir adım attı. Gördüklerinden midesi bulanmıştı ama kusmadı, kusmak istemedi, kendini zorladı. Gözlerini kapattı ve hiç üşümediği kadar üşüdü.
Yaşlı adamı tanıyordu. Merkezden kaçıp gittiği parkta tablasından çok çay içmişti. En son konuşmalarında ameliyat olacağını söylemişti. Şimdi ise soğuk bir kaldırımda cansız yatıyordu. Cansız, yatıyordu, cansız…
Başkomiser soğuk ve derin bir nefes aldı. Bu ne ilk ne de son olacaktı. Başını kaldırdı. Maktulün cebinden sarkan kana bulanmış beş lirayı gördü. Delil aramaya alışkın gözleri yol boyu sıralanan mağazaların kameralarına takıldı. Herkes herkesi izliyordu, her yerde olduğu gibi… Murat’a dönüp “Şu kameraları kontrol edin evlat!” dedi. Sesi titriyordu belli etmemeye çalışsa da.
“Emredersiniz.” dedi Murat.
İzzet başkomiser kenara çekilip cebindeki paketten son dalı çıkarıp dudaklarının arasına götürdü ve yaktı. İlk nefesi çekince içmek istemediğini anlayıp ayakkabısıyla söndürdü. İki parmağının ucuyla yerden aldı. Çöpe attı. Belki de artık sigarayı bırakmalıydı.
Herkesin parktan tanıdığı ama kimsenin adını bilmediği adam artık ölmüştü. Herkesin içini çayı ile ısıtan bu yaşlı adam belli ki bir kaza kurşununa kurban gitmişti. Artık park daha soğuk olacaktı tıpkı yaşlı adamın karnındaki kurşun gibi.