“BİR GARİP KUŞ HİKÂYESİ”

  • 10/10/2023
  • 434 Görüntülenme
“BİR GARİP KUŞ HİKÂYESİ”
Abdurrahman YücesoyAbdurrahman Yücesoy

Yazar Notu: “Bir Garip Kuş Hikâyesi” adlı öykümü okumaya başlamadan önce hayatınıza kısa bir mola verip bazı şeyleri tekrar düşünmenizi istediğimden bu notu yazma ihtiyacı duydum. Zira birazdan beğenilerinize sunacağım ve üç bölümden oluşan bu kısa öykümde vermek istediğim asıl mesaj ve duyguyu sizlere tam manasıyla iletebilmem için aşağıda italik karakterlerle yazılmış iki kısa paragrafı özellikle okumanızı rica ediyorum.

***

 “Bu dünyada çoğu akıl sahibinin, farkında olmasa dahi içine düşmekten korktuğu amansız, ıssız, bucaksız ve devasa büyüklükte bir cehennemi vardır. Ancak bu cehennem sadece ve sadece insanların kendi kafalarının içerisinde var olmaktadır. Aslında bu yaygın yanılsama durumu, insanların kendi kendilerinin özenle inşa ettikleri bazı anlamsız çıkmaz veya kaygılarının sonucu ortaya çıkmıştır. Bu önemli konuyu biraz daha açmak özellikle genç okurların bir hayli yararına olacağından aşağıya çıkardığım tasavvurlarım ile sizleri baş başa bırakıyorum.

Hayatınız boyunca ürettiğiniz birtakım düşüncelerin, gizliden gizliye etrafınızda (siz hariç) dışarıdan bakılınca hiç kimse tarafından görülemeyen ve kesinlikle aşılamayan bazı devasa duvarlar ördüğünü düşünmenizi istiyorum. Ancak takdir edersiniz ki bu devasa duvarlar taş, tuğla, çimento ve çakıl gibi günümüz inşaat malzemelerinden imal edilmemiştir. Bu duvarları asıl oluşturan unsur kor gibi yanan bir ateş, insanların acı deneyimleri ve gözyaşlarıdır. Şimdi de bu suni ateş, acı ve gözyaşı duvarlarına zaman zaman istemsizce temas edip hatta sertçe çarptığınızı ve dolayısıyla boş yere canınızın feci şekilde yandığını düşünmenizi istiyorum. Sonuç olarak hissettiğiniz bu acıların neticesinde belki de yoktan yere kederlenip kendinizi yetersiz ve hatta aşağılık biriymiş gibi hissedebilirsiniz. Bu senaryonun en kötü tarafı ise yolun sonunda kendi zihninizin ürettiği tüm o gereksiz acı ve duvarların, yani kendi cehenneminizin esiri olmanızdır.”

 I. BÖLÜM

 Sıcak bir yaz gününde yemyeşil derin bir vadinin en gözde kavak ağacının dallarında kurulmuş şirin ama sağlam bir kuş yuvası vardı. Bu yuvadaki yavru bir kuş, annesinden kendisine yadigâr kalan yumurtasının dış kabuğunu büyük bir mücadele sonucu zorlanarak da olsa kırmayı başarmıştı. Yavru kuş, yumurtasının bir hayli sert olan dış kabuğunu kendi çabasıyla kırmayı başardığına göre gayet sağlıklıydı ve her canlı gibi kendisine bahşedilen yaşamı sonuna kadar hak ettiğini bu mücadelesinin sonucunda sanki bütün dünyaya âdeta ilan etmiş gibiydi.

Yavru kuşun adı Resolutio’ydu. Resolutio sözcüğü Latincede “azim” anlamına geliyordu. Demek ki yavru kuşun ebeveynleri, onun ileride azimli bir kuş olmasını umut ediyor olmalıydılar. Resolutio, gözlerini açtığı ilk günden beri çevresindeki diğer yavru kuşlardan nedense pek farklı olduğunu hissediyordu. Ki bu hissinde yanılmadığını ilerleyen aylarda iyice tecrübe de edecekti.

Resolutio, akranı olan diğer kuşlarla beraber uçabileceği zamana kadar yuvasında annesinin kendisine getirdiği yiyecek ve içecekleri tüketerek büyüyüp gitmişti. O gerçekten de çevresindeki diğer yavru kuşlara göre oldukça farklı ve ihtişamlı görünüyordu. O aykırıydı çünkü akranlarının kanatları genellikle karaya çalarken bizim Resolutio’muzun kanatları hem kar gibi bembeyaz hem de olabildiğince uzun, parlak ve güçlüydü. Bu aykırılığın diğer sıradan kuşlar tarafından kıskançlıkla fark edildiği o ilk günden beri başkahramanımız Resolutio, diğerleri tarafından her daim hor görülüp dışlanmaya başlanmıştı.

Bu farklılıkların neticesinde Resolutio, akranlarının türlü türlü bahaneleriyle ekseriyetle tek başına kalmaya ve uçmaya zorlanıyordu. Hâlbuki Resolutio, akranlarıyla beraber o sivri altın renkli gagasıyla göğü umarsızca delmeyi ne kadar da çok arzu ediyordu. Ne olurdu o da özgürce grup hâlinde bir oraya, bir buraya uçup gidebilseydi? Ama ne yazık ki onun bu tutkulu isteği oldu olası hiçbir zaman gerçekleşmemişti. İnanır mısınız bilmem ama Resolutio gibi muhteşem görünen ve güçlü bir kuşun o dönemler tek isteği, herkes gibi sıradan ve zayıf yapılı bir kuş olabilmekti.

Akranlarıyla hiçbir zaman beraber uçup zaman geçiremeyen kendisi gibi kalbi de bir o kadar güzel olan kuşumuz, biraz mecburiyetten, biraz da akranlarının dikkatlerini kendi üzerine çekmek amacıyla hayatını hızlı uçma ve avlanma yeteneklerine adamıştı. Resolutio’nun tüm bu çaba ve düşüncesi, onun için hiç de umduğu gibi iyi bir sonuç vermemişti. Özellikle uçma konusundaki azmi ve başarısı, onun tahayyül ettiğinin aksine diğer kuşlar tarafından daha da çok kıskanılmasına ve dışlanmasına sebep olmuştu.

Kendisine hiç benzemeyen diğer akranları, zarif kuşumuz Resolutio’ya o günden sonra kendilerince eğlenceli buldukları bazı aşağılayıcı lakaplar takarak onu kendilerinden daha da uzak tutmaya çalışıyorlardı. Tüm bu anlamsız ve haksız davranışlardan yüreği paramparça olan zarif kuşumuz, akranı olan diğer tüm kuşlara karşı içinde tek taraflı olarak büyüttüğü sevgisini ister istemez öldürmek zorunda bırakılmıştı. Bu zoraki durum, Resolutio’nun çevresindekiler tarafından yine haksız bir değerlendirmeye tâbi tutulmasına sebep olmuştu. O artık herkes tarafından yalnız ve kibirli bir kuş olarak anılıyordu. Aslında Resolutio, doğuştan kendisine bahşedilen zarafetinin ve kendisini topluma kabul ettirmek için yaptığı hummalı çalışmalarının sonucu elde ettiği başarılarının bedelini ömür boyu yalnızlık ve baştan aşağı tamamen parçalanmış bir kalbe sahip olmakla ödemişti.

II. BÖLÜM

 Bazen bu acımasız hayatta yalnız ve üzgün olmak basit bir tercih meselesi olarak kalmaz. Bazı durumlarda bu durum, hayatın doğal akışı içerisinde gerçekleşen acımasız bir sonuç olarak ortaya çıkar. Diğerlerinden farklı bir bedene sahip olmak ve onlardan daha fazla başarı göstermek, bu aykırı kuşun, yani sevimli Resolutio’muzun asla değiştiremeyeceği bir yazgıdan başka bir şey değildi. Bakalım bu kuşun hayatı bundan sonra nasıl devam edecekti.

Zamanın o devrinde Resolutio’nun yuvasından rahatlıkla görülebilecek ve daha önce hiçbir kanatlı tarafından çıkılamamış ulu bir dağın zirvesi vardı. O zirve öyle bir konumdaydı ki daha önce hiçbir kanatlı, bırakın bu dağa kanat çırparak ulaşmayı, oraya gitmenin hayalini aklının ucundan bile geçiremezdi. Bu zirve atadan, babadan miras kalan büyük bir başarısızlık timsali gibiydi. Hatta bazı yaşlı kuşlar, yaşamını yitiren kötü kalpli kötü kuşların ruhlarının sırf bu dünyadaki yaptıklarının bedelini ödemesi için bu dağın zirvesine ölüm melekleri tarafından götürüldüğüne inanırdı. Ebeveynler yavru kuşlarının uslu durmaları için onları bu dağın zirvesine götürmekle yalandan tehdit ederlerdi. Gerçekten de zirvenin parlayan keskin ucu uzaktan bakılınca kor ateşinde kızdırılmış yakıcı sivri bir okun başına benzerdi. Hades’in hükümdar olduğu o karanlık yeraltı dünyası sanki bu dağın zirvesinde kurulmuştu.

Bizim yalnız ve üzgün kuşumuz, yani Resolutio, bir gün ruhunda durmadan biriken hicran ve terk edilmişlik hissi ile o uçulması imkânsız gibi görülen zirveye tek başına çıkmaya ve hiçbir kuş tarafından yapılamayanı yapmaya karar vermişti. Belki de bu sayede yakasını bir türlü bırakmayan o acı dolu yalnızlık hissini ve elemini yenebileceğini umuyordu. Belki de sadece yitip tükenmek ve ölmek istiyordu… Kim bilir?

Bu hikâyemizdeki zarif, ihtişamlı, çalışkan ama bir o kadar da yalnız kuşumuzun kendi zihninde inşa ettiği cehennemi ise bugüne kadar asla aşılamayacağı düşünülen o ulu dağın zirvesiydi. Aslında başkahramanımızın asıl amacı, haksız yere dışlandığı diğer bayağı kuşların kalplerini, takdir ve hayranlığını kazanmaktı. Belki bu sayede o da diğer kuşlar gibi hak ettiği sevgi, saygı ve benimsenmeyi kazanabilecekti. Ayrıca Resolutio artık diğer kuşların kendisinden yeterince korkup çekinmelerini de arzular olmuştu. Madem sevilmiyordu, o vakit korkuyla karışık da olsa ona herkes saygı duyulmalıydı.

İşte bu amaçlar ile Resolutio günlerce, haftalarca ve hatta aylarca durmadan egzersiz yaptı. Kanatlarını her defasında daha da güçlü çırptı ve daralan nefesini olabildiğince güçlendirmeye gayret gösterdi. En sonunda kendini hazır hissettiği bir anda, ruhunu tamamen yalnızlığa ve hüzne mahkûm eden diğer bayağı kuşların karşısına dikilerek onlara seslendi:

“Hey, kuş sürüsü! Şimdi beni iyi dinleyin! Ben de sizinle aynı kavak ağacının dallarındaki bir yuvada yumurtamı kırıp dünyaya geldim. Ama siz beni asla kendinizle bir tutmadınız ve beni nedense hiç de hak etmediğim hâlde hep dışlayıp durdunuz. Her vakit dalga geçip hor gördüğünüz bu güçlü kanatlar var ya…”

“Ee! Ne olmuş o güçlü kanatlarına?”

“İşte bu kanatlar ile sizin bugüne kadar yapmadığınız, muhtemelen hiçbir zaman da yapamayacağınız büyük bir eylemi yapmaya yani o ulu dağın zirvesine doğru gidiyorum. Biliyor musunuz? Siz beni doğuştan gelen tüm farklılıklarım ile bir türlü aranıza kabul etmediniz ama ben sizi içten içe hiç hak etmediğiniz hâlde hep sevdim. Şimdi ise benim için artık gitme vakti geldi.”

“Neden gidiyorsun ki? Hem bunu başaramayacağın bu kadar ortadayken. Saçma! Sen bizi ve yuvanı asla terk edemezsin. Hem bu kadar zaman seni aramızdan hep kovduk ve sen buna rağmen yüzsüzce hiç çekip gitmek istememiştin. Şimdi ne değişti de karşımıza çıkmış ve gideceğim diye tutturuyorsun? Gideceksen git! Seni tutan mı var? Hey çocuklar! Duydunuz mu Resolutio, Hades’in yanına uçup gitmek istiyormuş. Ha, ha, ha!”

“Bana ne değiştiğini sordunuz. Haklısınız benim için çok şey değişti. Sorduğunuz sorunun cevabı ise şu: Çünkü ben artık yalnızlığımı ve farklılıklarımı kabul ettim.”

“O dağın zirvesine gitmek ölüm demek. Bunu biliyorsun, değil mi?

“Ben ölmeyeceğim ve hepiniz bunu göreceksiniz! Ayrıca hedefime de ulaşacağım. Şimdi hepinize elveda demek istiyorum! Elveda güzel yuvam! Belki bir daha hiç görüşemeyiz.”

Şaşkın ve meraklı bakışlar nihayete erip Resolutio’nun üzerinden başka yönlere doğru dağlınca geride kalan bayağı kuşlar için hayat yeniden olağan akışına dönmüştü.

III. BÖLÜM

 Bembeyaz kar kanatlı, yalnız ve mutsuz kuş Resolutio günlerce uçtu, uçtu, uçtu… En sonunda kendi içindeki cehenneminin kor gibi yanan duvarlarına bir kanat mesafesi kadar yaklaşmayı başardı. Onun için hayat artık derin bir kırılma noktasına gelmişti. Küçük ama güçlü kalbi hiç olmadığı kadar hızlı çarpıyor, kanatlarının uçları zangır zangır titriyordu. Bu sefer gerçekten de çok yalnızdı. Arkasına baktığında bir tane bile kuş izine rastlamamıştı. Nasıl rastlayacaktı ki zaten? Kaderi onu bu ıssız ölüm yolculuğuna sürüklememiş miydi?

Resolutio artık sadece ölüme doğru kanat çırptığını düşünüyor ve küçük gözlerinden sicim gibi yaşların süzülmesine hiçbir surette engel olamıyordu. Aniden kısacık geçen kuş ömrünü gözlerinin önüne getirdi. Rüzgâr kanatlarının altında âdeta usulca dans ederken minicik yüreği sanki kan ağlıyordu. Farklı olmayı, ihtişamlı olmayı ve güçlü olmayı sanki kendisi mi seçmişti?

Kendi cehenneminin duvarlarını artık kanatlarıyla rahatlıkla hissedebiliyordu. “Artık ne olursa olsun!” dedi içinden. Sonra fikrini değiştirdi ve avazının çıktığı kadar bağırmaya başladı:

“Hades! Neredesin? İşte sana geldim. Gel ve emanetini al benden!”

Resolutio’nun başına gelmesini beklediği acının aksine hiçbir şey olmamıştı. Korkusu ise tamamen yok olmuştu. Kor gibi yanan kendi cehenneminin duvarları sanki kocaman bir su balonu gibi birdenbire patlayıp, milyonlarca moleküle bölünüp dağılmıştı. Resolutio, nihayet o ulaşılmaz denilen ulu dağın zirvesine varmış ve sanki hiçbir şey olmamış gibi kuru bir ağacın dalına zarifçe konmayı başarmıştı.

Etrafına, yani tüm o eşsiz vadinin uçsuz bucaksız manzarasına bakakalmıştı. Evet, gerçekten de başarmıştı. Görmüş olduğu bu manzara karşısında âdeta büyülenmiş gibi hissediyordu. İçinde büyüttüğü cehennem kocaman bir yalandı. Bunu sonunda idrak edebilmişti. Hayatı boyunca bir daha böylesine eşsiz ve büyüleyici bir manzarayı göremeyeceğini düşündü.

Birdenbire başka bir gelişme oldu. Aynı kendisi gibi bembeyaz kanatları olan, muhtemelen tamamen yalnız ve mutsuz olan başka bir kuşun kendisine doğru kanat çırptığını gördü. Resolutio gibi o kuş da aynı kuru dala, yani onun hemen yanına zarif bir şekilde yorgunca konuverdi. Bizim başkahramanımız, sıkıntıyla diğer kuşun da üzgün ve yalnız olduğunu düşünerek nice zorluklara dayanabilmiş güçlü gagasından tek bir kelime çıkarmayı başardı:

“Neden?”

Diğer kuş bir müddet soluğunu düzenledikten sonra Resolutio’ya şaşkınlıkla cevap verdi:

“Neden mi? Ben buralara kadar sırf seninle tanışmak için kanat çırptım ahmak! Biliyor musun? Hayatım boyunca hep seni aradım. Yani kendim gibi birisini. Şimdiye dek bulamamıştım. En sonunda gözümü kararttım ve her şeyi göze alarak bu ulu dağın zirvesine kadar geldim. Tüm bunlara rağmen bana söylediğin ilk şey bu mu olacaktı?”

“Ben… Ben sadece çok şaşkınım.”

“Sonuçta haklı çıktığımı görmüş oldum, değil mi? Hayat maalesef her zaman hayal ettiğin gibi gerçekleşmiyor. Neyse ne! Benim için önemli olan senin gerçekten de burada olman değil mi? Ben artık sanırım bir daha hiç olamayacağım kadar kendimi çok mutlu hissediyorum. Şimdi ise bambaşka bir mesele ile boğuşmak zorundayım. Biliyor musun?”

“Neymiş o?”

“Bu zamana kadar bundan sonra ne yapacağımı hiç düşünmemiştim.”

Resolutio, güçlü gagasından coşkuyla sanki bir ömür boyu bu ânı beklermiş gibi cevap vermeye kadar verdi.

“Haydi! Bu güzel manzaranın üzerinde birlikte uçalım mı? Artık bundan sonrasını beraber uçarken düşünürüz. Olmaz mı?”

***

 O gün Resolutio’nun geride bıraktığı kuşlar arasında yeni bir söylenti peyda olmuştu. Resolutio, çıkmış olduğu bu tehlikeli yolcuktan hiçbir zaman geri dönmemişti. Herkesin dilinde onun feci bir şekilde can verdiği ve ruhunun göğe yükselerek aynı kendisi gibi başka bir kuş tarafından Hades’in gizli zindanına doğru, yaptıklarının bedelini çekmesi için zorla götürüldüğü iddiası vardı.

 

Muğla – 10.07.2024

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?