YEDİNCİ BÖLÜM
Zaman geçmek bilmiyordu. Dışarıda, şehri dövercesine yağan yağmurda sokağa çıkmak pek akıllıca gelmiyordu Ethem’e. Pencere önünde sokağı izlerken, sıcak çay içmek daha keyifli olabilirdi. O’da öyle yaptı. Pencerenin önündeki eski koltuğa oturdu. Koltuğun yanına çektiği sehpanın üzerine çayını bıraktı ve ayağının yanında katlanmış duran yıpranmış battaniyeyi bacaklarına örttü. Ev soğuk sayılmazdı ama yaşlı dizleri sızlıyordu en küçük bir soğuk algınlığında. Sıcak çaydan bir yudum aldı ve sokağı izlemeye koyuldu. Yokuş sokaktan yağmur suyu hızla akarken, dışarıda olanlar ayaklarını ıslatmamak için zıplayarak ilerliyorlardı. Bu asenkron dans kuru kalmalarına yardımcı olmadığı gibi etkileyici bir dans da değildi. Yağmurun ritmik sesi, uğuldayan kulakları ve dışarıda devam eden dans, aklında bir melodinin belirmesine neden oldu. “Hangi şarkıydı bu?” diye sordu kendine. Aklının ortasında, parlak bir ışık gibi beliren bu melodi, O’na geçmişe dair çok şey anlatsa da, ne olduğunu bilemiyordu. Bu düşüncelere bir anlam vermeye çalışırken yerinden aniden kalktı. Dizlerine örttüğü battaniye yere düştü. Melodinin hangi şarkıya ait olduğunu hatırlayamasa da hoş bir dost geldi aklına. Günlerce, gecelerce her fırsatta kendisini kucağına bıraktığı doksanlık karışık kaset… Şimdiki dünyada şarkılara daha az değer veriliyordu geçmişe nazaran. Radyoda şarkı çıkmasını beklenir ya da kaset alınırdı. İşte o kasetlerden en çok sevdiği hatırladığı kadarıyla, hala şifonyerin en üst çekmecesindeydi.
Bir gün teyp çalar kaseti sarmış ve bandını koparmıştı. Ethem hemen kasetçaları durdurmuş, bandı sarıldığı yerden kurtarmış ama siyah şeridin kopmasına engel olamamıştı. İyice büzüşen şeridi düzelttikten sonra, bantla yapıştırmıştı. Şarkıda bir boşluk oluşsa da hala dinlenebiliyordu.
Çekmeceyi açtığında bir sürü ıvır zıvırla karşılaştı. Bant, makas, pense, zımba, birkaç ilaç ve doksanlık karışık kaset… Kaseti eline alıp kontrol etti. Sağlamdı. Salonun sağ tarafında kalan ve artık kullanmadığı küçük tuvaletin kapısını açtı. Tuvaletten çok koku geldiği için üzerini tahtayla kapatmış ve küçük alanı depo olarak kullanmaya başlamıştı. Kullanılmayan eşyaların arasında, siyah poşete sarılı, üzeri toz kaplı kasetçaları aldı. “Çalışıyor mu acaba?” diye sordu kendine. Yıllardır kullanmıyordu. Gençliğinde çok şarkı dinlerken, zaman ilerledikçe müzikle alakasını kesmişti. Bir ara mızıka çalmaya başlamıştı. Dayısı O’na tekniğini öğretmiş, sonra karışmamıştı. Her deliğine ayrı üflemesi gerekiyordu ve buna alıştıkça şarkı çalmaya başlamıştı. Sonra onu da bırakmıştı.
Kasetçaların üzerindeki tozu bezle sildi. Prize taktıktan sonra tuşları kontrol etti. Görünürde sorun yoktu. Doksanlık karışık kaseti yuvasına yerleştirdi ve oynat tuşuna bastı. Kısa bir sessizlikten sonra şarkı başladı. Gençliğinde meşhur olan bir pop şarkısıydı. Zamanının en önemli kadın şarkıcılarından biriydi. Hareketli şarkıya kendini bıraktı. Uzun zamandır bu kadar rahat hissetmemişti, geçmişten bir dost gelmişti. Müzik devam ederken tekrar koltuğuna yerleşti. Soğumaya başlayan çayından bir yudum aldıktan sonra battaniyeyi dizlerine tekrar örttü. Yağmur tüm şiddetiyle yağmaya devam ediyordu. Sokakta daha az kişi vardı. Müziğe eşlik ederek mutfağa gidip bir bardak çay daha doldurdu. Koltuğa yeniden otururken şarkı bitti. Yine bir sessizlik oldu ve ardından bir rock şarkı başladı. Bu çalan en favori şarkılarından biriydi. Hareketli müziğe, felsefi sözler yazılmıştı. Ülkede alışılmamış bir tarzdı. Gitar sololar, arada keman nağmeleriyle çok sesli bir şarkıydı. Şarkıya bağırarak eşlik etti. Şarkı bitince üzüldü. Kalkıp başa sarma isteği oluşsa da buna engel oldu. Sırayla hepsini dinleyecekti.
Tekrar sessizlik oldu ve bir türkü başladı. Çeşitliliğe şaştı. Bütün çalan şarkıları seviyordu. “Bu nasıl olur?” diye sordu kendine. Dinlediği üç şarkının da birbiriyle alakası yoktu. Sıradaki yavaş pop şarkı çalarken bu konuyu düşünüyordu.
Çocukluğunda arabesk müzik popülerdi. Küçük dayısı bangır bangır arabesk dinlerdi. Mahallede gençler şarkılardan alıntılar yapar ve kendi aralarında bunları kullanırlardı. Arabada son ses açıp, sevdiği kızların evinin önünden defalarca geçerek, kızlara mesaj vermeye çalışıyorlarken bolca küfür yiyorlardı. Büyük dayısı daha çok blues ve rock dinlerdi. Yabancı sözlü müzikler favorisiydi. Mızıkayla tek katlı evin çatısına çıkarak kendince çalar ve içinden sözler yazardı. Babası türkü dinlerdi. Bağlamanın ağlamasıyla rakı içerdi. Çok içemezdi. Şarkıyla coşunca hemen sarhoş olur ve olduğu yerde uyur kalırdı. Annesi sanat müziği dinlerdi. Temizlik yaparken evi nağmeler doldururdu. İşte Ethem bu atmosferde büyümüştü. Arabesk, rock, blues, türkü, sanat müziği derken pop furyası başlamıştı. Radyolarda poptan başka şarkı çalmıyordu. Televizyonlarda müzik kanalları açılmış, kanallar kliplerle şenleniyordu. Güzel kızlar, yakışıklı erkekler, lüks hayatlar gençlerin arasında yayılmış ve hepsini etkisi altına almıştı.
Sokağı izlemeye devam ederken kaset çalmaya devam ediyordu. Kaset başa sarmıştı. Ethem tekrar tekrar dinleyecekti. Keyfi yerindeydi. Salih’i düşünüyordu. Müzik ona saçma gelirdi. Hele dans edenlerle saatlerce dalga geçebilirdi. “Müzik yapmaya bu kadar zaman harcanacağına, bu kadar müzisyen başka iş yapsa dünya bambaşka bir yer olurdu” diyordu. “Nasıl?” diye sorulduğunda ise, “müzisyenler yaratıcı insanlar. Bu yaratıcılığı başka alanlarda insanlığa daha faydalı şekillerde kullanabilirler” diye cevap verirdi. Ethem için ise bu müzisyenler, müzik yapmalıydı. Şimdi düşündüğünde ise Salih’e hak veriyordu. “Müzik olmasa ne değişir?” diye düşününce, gülümsedi ve “kasetçalar tuvalette öylece dururdu” diye ekledi. Ama şu an çok keyifliydi. Yeni başlayan şarkıya eşlik ederken, aklındaki melodiyi bu kasette bulamadığı aklına geldi. Buna da aldırmadı ve gözlerini kapatıp, yağmurun sesiyle karışan müziğe kendini bıraktı.