“Adı Mehmet’ti”

  • 12/10/2024
  • 158 Görüntülenme
“Adı Mehmet’ti”
Abdurrahman YücesoyAbdurrahman Yücesoy

(Gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır.)

Adı Mehmet’ti. Kara saçları vardı aynı koca gözleri gibi. Okuduğumuz devlet lisesine o da benim gibi sonradan dâhil olmuştu. Bundan tamı tamına 21 yıl öncesinden bahsediyorum arkadaşlar! Tahmin edebileceğiniz gibi o zamanlar çok gençtik. Hayatın ne olduğunu daha doğrusu ne olmadığının yeni yeni farkına varıyorduk. Çocukluktan ergenliğe geçiş aşamasının insanın üzerinde yarattığı o fevri ve asi tavır yavaş yavaş üzerimize sinmeye başlamıştı. Evet, onun hakkında hatırımda kalan en önemli ayrıntı adının Mehmet olmasıydı. Büyük amcamın adı da Mehmet’tir. Belki de bu sebeple onun adını hafızama kazımam bu kadar kolay olmuştu. Beni yakından tanıyanlar çok iyi bilir ki isim hafızam berbattır.

Mehmet, o dönem aynı benim gibi zayıf ama yaşıtlarına göre oldukça kaslı ve uzun boylu bir gençti. Okulumuza geleli daha yeni iki hafta olmuştu. Ben ise onu bu iki hafta içerisinde mümkün olduğunca uzaktan takip etmek istemiştim. “Acaba bu yeni çocuk sınıftaki kimlere veya hangi gruplara yakınlık gösterecekti?” Bu sorunun cevabını yaşayarak öğrenmek istemiştim. Ama Mehmet bu konuda bana hiç ama hiç yardımcı olmadı. Nedenlerine birazdan değineceğim.

O dönemde liselerde özellikle erkek öğrenciler arasında birtakım gruplaşmalar mevcuttu. Ben ise kendimi hiçbir zaman herhangi bir grubun içerisinde görmemiş daha doğrusu hiçbir gruba dâhil olmak istememiştim. Bunun başlıca nedenleri bu tür gruplara dâhil olan gençler genellikle ya kötü alışkanlıklar ediniyorlardı ya da sürekli kendi aralarında saçma sapan, argo veya küfürlü konuşmalar yaparak birbirlerinin yaptıkları berbat esprilere abartılı şekilde kahkahalar atarak tepki gösteriyorlardı.

Bu ifadelerimden sonra sakın ha beni kibirli veya kendini beğenmiş biri olarak görmeyiniz. Çünkü ben oldum olası küfürlü ve argo konuşan insanlardan hiç haz etmedim. Bu tür insanların önünde sonunda benimle de aynı (yani alıştıkları) şekilde konuşma ihtimalleri vardır. Bu durumun bir ihtimalde olsa varlığı beni oldukça rahatsız hissettirmektedir. Tüm bunların dışında bir de siyasi veya dini gruplar vardı ki o gruplarda asla bana göre değildi. Maalesef o dönem liselerdeki mevcut durum tam olarak bu şekildeydi ve dolayısıyla lise hayatım boyunca hiçbir gruba katılmama kararım beni bir dönem yalnızlığa ittiği doğru bir ifade sayılabilir.

Peki, gerçekten de tamamen yalnız sayılabilir miydim? Tabi ki hayır! Yani bir bakıma çevremde sadece kız arkadaşlarım vardı. Ama onlarla da belirli bir seviyeye kadar takılıp arkadaş olarak kalabiliyordunuz. O dönemde yaşayan genç bir erkek olarak herhangi bir kız öğrenciyle tamamen arkadaşça ve masum duygularla yaklaşmanız durumunda dahi hemen ondan hoşlandığınız hatta ona sırılsıklam âşık olduğunuz yaftası yemeniz oldukça sıradan bir durumdu. Doğal olarak bu sapkın düşünce hem beni hem de karşımdaki kız arkadaşlarımı oldukça rahatsız ederdi. Lise hayatım boyunca bu ve buna benzer birçok olumsuz bakış ve düşünceye rağmen yine de onlarca kız öğrenciyle sağlam arkadaşlıklar kurmayı başardım diyebilirim. İnanır mısınız bilemem ama yapım gereği o dönemde de oldukça aykırı birisi sayılıyordum.

Mehmet işte tam da böyle bir zamanda okulumuza kaydını aldırmıştı. Mehmet, hiç farkında olmasa da o ta ilk baştan beri benim için tam olarak ihtiyacım olan potansiyel düzgün bir erkek arkadaş adayıydı. Güncel tabirle benim “kankam” (kan kardeş deyiminin kısaltılmış hâli) olabilecek birisiydi. Genç erkekler çok iyi bilir ki bu kanka olayı bizim için oldukça önemli bir meseledir. İçimdeki bu umutla Mehmet ile aynı sırada yan yana oturmak ve biraz olsun erkek muhabbeti yapmak için oldukça sabırsızlanıyordum. Ama önce onu biraz daha tanımak ve sınıf içerisindeki tavır ve davranışlarına dikkat etmem gerekiyordu. Ayrıca onun akıllı ve dürüst olması benim için oldukça önemli bir kıstastı. Çünkü ta o zamanlarda bile okuduğum kitaplardan “Arkadaş çevren neyse sende o’sun!” düsturunu edinebilmiştim. Sırf yalnız kalmamak uğruna karakterimden ve ilkelerimden taviz veremezdim ya!

Mehmet oldukça çekingen ve içine kapanık birisiydi. Bu hâliyle insanlarla konuşmayı çok sevdiği de söylenemezdi. Okuldaki ilk iki haftasında gerçekten de hiç kimse ile konuşmamış hatta iletişime bile geçmemişti. Ders aralarında birilerinin yanına gittiğini de görmemiştim. Ne yazık ki o, benim gibi sınıfımızdaki kız öğrencilerle de konuşmuyordu. Ben, Mehmet’e ilk defa o geldikten yaklaşık iki buçuk hafta sonra selam verdiğimi hatırlıyorum. Mehmet o gün kendisine vermiş olduğum bu içten selama karşılık sadece gülümsemekle yetinmişti. Mehmet’in sadece gülümsediğini görmek bile içimi rahatlatmıştı. İlginçtir o gün ne kadar çok istesem de Mehmet’le bir türlü sağlıklı bir diyalog kuramamıştım. Son ders zili çalmıştı. Tam Mehmet ile adam akıllı konuşacakken yanımıza heyecanla gelen bir kız arkadaşım bana yine saçma sapan ve önemsiz bir şeyler sormuş ve tüm dikkatimizi dağıtmıştı.

Ertesi gün Mehmet’e tekrar aynı şekilde selam verdim ve o da aynı şekilde gülümseyerek selamıma karşılık verdi. Neyse ki bu sefer dilsiz olmadığını bütün dünyaya ispatlamıştı. Mehmet’i hemen en yakın arkadaşlarımla tanıştırdım. İşin garip tarafı onu insanlarla tanıştırmaya karar vermiş olsam da onun hakkında doğru dürüst hiçbir şey bilmiyordum. Ama o anda hiç kimse bu detayı umursamadı ve ne yalan söyleyeyim bu durum oldukça işime gelmişti. Mehmet yine neredeyse hiç konuşmamıştı. Etrafındakilere sadece tebessüm ederek kısa cümlelerle karşılık vermekle yetinmişti. Ben ve diğer tüm arkadaşlarım bu ilginç durumu nedense hiç garipsememiştik. Sanırım onun yapısının böyle olduğunu yavaş yavaş kabul etmeye başlıyorduk. Onun hakkındaki bilgim oldukça kısıtlı olsa da Mehmet ile ilgili merak edilen tüm soruların odak noktası maalesef sadece ben olmuştum. Çünkü gerçek bir ahmak (ve sanki üzerime vazifeymiş) gibi onu diğer öğrencilerle ilk ben tanıştırmıştım. Sınıfımızdaki neredeyse bütün kız öğrenciler bu sebeple sürekli benim yanıma gelerek okula yeni gelen bu gizemli çocuk ile ilgili birtakım sorularla beni sıkboğaz ediyorlardı. Özellikle Elif, beni bu konuda iyice daralıyordu. Aslında tüm bunların yaşanmasını bekliyordum. Pandora’nın kutusunu bile isteye ben açmıştım. O dönem sınıfa gelen her yeni öğrenci için bu tür küçük soruşturmalar (özellikle meraklı kızlar tarafından) istisnasız olarak yapılırdı. Bunu eskiden benim içinde yaptıklarına birebir şahit olmuştum.

Neyse ki Mehmet beni hiç yanıltmadı. O hep sessiz, sakin, akıllı ve yakışıklı bir çocuk olarak kaldı. Mehmet’in karakteri kısa süreliğine de olsa sınıftakilerin ilgisini çekmeyi başarmıştı. Ancak ben bu ilginin kısa süre sonra tamamen ortadan kalkacağını biliyordum. Daha doğrusu bunu çok iyi tecrübe etmiştim. Dediğim gibi de oldu ve o meraklı kalabalık birdenbire çil yavrusu gibi kendiliğinden dağıldı. Geriye kalakala sadece Elif kaldı.

Ve beklenen oldu; Elif ile Mehmet nihayet yakınlaştı. İtiraf ediyorum; bu yakınlaşma dolaylı yoldan da olsa benim sayemde gerçekleşmişti. Çünkü Elif’in Mehmet hakkındaki bitmek tükenmek bilmeyen soruları artık canıma tak etmişti. Elif’i sonsuza kadar başımdan def etmek istiyordum. Bu sebeple Elif, bana Mehmet ile alakalı her soru sorduğunda “Onunla ilgili merak ettiğin konuları neden kendisine sormuyorsun?” şeklinde söylenip durmuştum. Bu söylenmelerim gerçekten işe yaramış olacak ki Elif’i Mehmet ile konuşmaya istemeden de olsa iyice cesaretlendirmiştim. Mehmet o kadar naif birsiydi ki Elif’i en ufak bir şekilde kırma ihtimalin olmadığını bildiğimden bunu yaparken içim çok rahattı. Bu olay Mehmet’in okula gelişinin tamı tamına üçüncü haftasında olmuştu.

Mehmet ile Elif bir hafta içerisinde arkadaş olmuştu. Sanırım ilk başından itibaren birbirlerinden hoşlanmışlardı. Ben nedense bu ilişkinin kısa süreceğinden emindim. Çünkü Mehmet’i doğru dürüst tanımasam da Elif’i gayet iyi tanıyordum. Elif hayattaki her şeyden oldukça kısa sürede sıkılan garip bir kızdı. Mehmet gibi sakin birisinden sıkılması da oldukça yüksek bir olasılıktı. Ama yanılmıştım. Onları ders arasında kısa süreliğine de olsa el ele tutuşurken görmüştüm. Bu hadise beni ilk başlarda oldukça mutlu hissettirse de Elif’in bu güzel ilişkiyi berbat edeceği düşüncesi aklıma üşüşünce birdenbire tüm keyfim kaçtı. O zamanlar bu yeni ilişkiye saman alevi benzetmesi yapmıştım. Mehmet mi yoksa Elif mi bu harlı ateşi yakmıştı? Emin olun bu konuda hâlâ en ufak bir fikrim yok. Tüm bunlar yetmezmiş gibi aynı günün akşamına doğru Nur durup dururken yanıma geldi ve kulağıma Elif’in Mehmet’i dudağından öperken gördüğünü fısıldadı. Ben de Nur’a bu olayı kendisinin haricinde bir başkasının görüp görmediğini sordum. Nur bir müddet düşündükten sonra “Sanırım sadece ben,” diye cevap verdi. Sakinliğimi korumaya çalışarak Nur’dan bu konuyu kimseye açmaması gerektiğini söyledim. Bu davranış her iki öğrenci için daha isabetli bir karardı. Hele bu olayı sınıfımızdaki erkek öğrenciler öğrenirse Mehmet ile ciddi ciddi uğraşabilirlerdi. Hatta ona hem psikolojik hem de fiziksel şiddet uygulayabilirlerdi. Nihayetinde Mehmet sınıfa sonradan gelen yabancı bir erkekti. Gelir gelmez kendi sınıflarındaki kızların güya namusuna göz diktiği için cezalandırılması gerekebilirdi. Neyse ki bu konu burada benim sayemde kapandı kapanmasına ama daha sonra Mehmet ile bu mesele hakkında uyarı mahiyetinde kısa bir konuşma yapmam gerekti.

Mehmet’in okulumuza gelişinin birinci ayı neredeyse geride kalmıştı. Mehmet ile Elif nihayet çıkıyorlardı. Ancak bu çiçeği burnunda çift ilişkilerini ailelerinden gizli yürütmek zorundaydı. Biraz önce değindiğim sosyal sebeplere ek olarak Mehmet ve Elif’in ailesi daha çok genç olduğumuz için bu tür yakınlaşmalara asla izin vermezlerdi. Bana göre Mehmet, Elif ile güzel bir çift olmuştu ancak hayat her zaman olduğu gibi bazı yıkıcı dalgalar ile bu maşukları da sınamalıydı. Sınamalıydı ki kim gerçek kim yalan ortaya çıksın değil mi? İlk dalga güya Elif’in eski sevgililerinden biri olan Harun’dan gelmişti. Harun, Mehmet’i okul çıkışı kozlarını paylaşmak üzere yumruk yumruğa acımasız bir düelloya davet etmişti. Mehmet, Harun’dan gelen bu düello teklifini sanki daha önceden bekliyormuş gibi sakince kabul ettiğini bildirdi.

Mehmet’in bu cesur davranışı onun sınıf içerisindeki karizmasını biraz olsun artırmış olsa da bazı erkek öğrenciler bıyık altından gülerek Mehmet’in Harun’dan yiyeceği dayağın hayalini şimdiden kuruyor ve bundan bir hayli zevk alıyordu. Zira kulağıma sürekli Harun’un Mehmet’i okul çıkışı parçalayacağı gibi saçma sapan iddialar geliyordu. Nur, Firdevs ve Elif sırayla yanıma geldi ve bu saçmalığa son vermek için benden uzun uzun dil dökerek yardım diledi. Ancak ben bu konuda kızlar ile asla aynı görüşte değildim. Çünkü Mehmet’in bu saatten sonra düellodan cayması onu herkesin gözünde oldukça kötü bir duruma düşüreceğini biliyordum. Mehmet bu noktadan sonra istese de istemese de bu mücadeleden kaçamazdı. Elif, iç sıkıntısıyla Harun’un böyle bir hakkı olmadığını ve onunla hiçbir zaman doğru dürüst bir ilişkileri olmadığını savunup duruyor ve Mehmet’in bir türlü kendisini dinlemediğinden dert yanıyordu. Elif, her ne kadar bu şekilde konuşuyor olsa da kendisi için mücadele eden erkeklerin bu şekilde ahmakça davranışlarda bulunması onun koltuklarının kabarmasına engel olamıyordu. Sanırım bu olayın onu okulun en favori kızı yapacağını filan sanıyordu. Elif, bu duygu ve düşüncelerini her ne kadar gizlemeye çalışsa da tavırları onu bir şekilde ele veriyordu.

Lisede bu tür olaylarla birçok kez karşılaşmış biri olarak Elif’teki bu ani değişim beni hiç etkilemedi diyebilirim. Ancak ne olursa olsun bu mücadelede Mehmet’in yanında olmam gerektiğini hissediyordum. Çünkü Mehmet aynı benim gibiydi yani yalnızdı. Üstelik Harun denen o zorba asla tek başına gezmez ve kesinlikle birkaç avenesini yanına almadan birilerine saldırmayı göze alamazdı. Tüm bunların bilincinde olarak Mehmet’i son ders arasında yanıma çağırdım ve onu Harun hakkında uyardım. Harun’un bildiğim tüm zayıf yanlarını ve olurda ilk saldırıya geçme şansını yakalarsa vücudunun hangi bölgesine hücum etmesinin kendisine ne gibi avantajlar sağlayacağını anlattım. Ayrıca Harun’un yanındakilerden biri bu kavgaya karışırsa buna asla müsaade etmeyeceğimi ve gerekirse bende onları şiddet kullanarak bertaraf edebileceğimi söyledim. Mehmet, benim bu sağlam duruşumdan etkilenerek memnun olsa da kendi başıma aldığım bu karara karşı çıktı. Ancak benim ısrarlarım onun tüm itirazlarını sonlandırmıştı.

Son ders biter bitmez Mehmet’e yerinde oturmasını ve sınıftaki herkesin gitmesini beklemesini söyledim. Amacım düello yapılacak alana daha sonra ellerimiz ceplerimizde ve daha karizmatik bir şekilde giriş yapmaktı. Hem bu sayede Harun ve tayfası bizim onlardan korkup çekindiğimizi sanmış olacaklardı. Kendi kendilerine eğlenmeye, gıyabımızda bizimle dalga geçmeye başladıkları anda da birdenbire karşılarına dikilerek onları dumura uğratacaktık. Elif ve Nur’da bizimle beraber sınıftan çıkmak istememişti. Mehmet, Elif’i yanından uzaklaştırmaya çalışarak ona kısaca planımızdan bahsetti. Elif nihayet işin ciddiyetini kavramış olacak ki o önceki havalı tavırlarından artık eser kalmamıştı. Yaklaşık 15 dakika boyunca sınıfta oyalandık. Daha fazla sabrımız kalmadığı için duruma derhal el koymaya karar verdik. Elif’e dönerek bu olayın sadece kendisi yüzünden gerçekleşmediğini erkeklerin dünyasında bu ve bunun gibi olayların her zaman olabileceğini anlatmaya çalıştım. Elif, benim bu açıklamalarımdan sonra daha da öfkelenerek bu düello olayına son vermezse Mehmet’ten kesinlikle ayrılacağını söyledi. Anlaşılan Elif son çare olarak ayrılık kartını oynuyordu. Mehmet, sevgilisinin bu hamlesini gördü ve onun hiçbir sözüne aldırış etmeden genç kızı kendinden uzaklaştırdı. Nihayet sınıftan dışarı çıktık. Okulun bahçe kapısından dışarı adımımızı atar atmaz karşımızda Harun ve iki yakın arkadaşını bulduk. Harun, sağında ve solunda dikilen arkadaşlarının bir adım önünde duruyordu. Harun ve aveneleri kollarını iyice kabartarak bize pis pis bakıyor ve sırıtıyorlardı. Herhâlde bizi birazdan fena hâlde benzeteceklerini filan düşünüyorlardı.

“Hoş geldiniz beyler! Bizde korkunuzdan geceyi okulda geçireceğini sanmıştık!”
Harun’un bu alaycı sözlerine karşılık sakince iki kolumu geriye doğru gererek açtım ve göğüs kafesimi olabildiğince dışarı doğru çıkartarak konuştum. “Size vazgeçmeniz için büyük bir şans vermek istemiştik! Ancak görüyorum ki hâlâ aklınızı başınıza toplamamışsınız!”

Mehmet suskunluğunu bozarak “Uzatma Birader! Bu işi bugün bitirelim! Ya da önümüzden çekilmeniz için sadece seni mi yoksa üçünüzü birden mi dövmemiz gerekiyor!” diyerek Harun’u tersledi.
Harun’un solunda dikilen Ferruh; “Bu ikinizin arasında bir mesele. Amma bu arkadaşın da (beni kastederek) canı dayak çekmişse ona bir şey diyemem,” dedi. Harun, Ferruh’un bu sözlerinin ardından iki eliyle arkadaşlarına ileri işareti yaptı. Bunun üzerine daha fazla sabredemeyerek üzerime doğru atılan Ferruh’un suratına sağlam sert bir yumruk attım. Çünkü babam bir keresinde; “Eğer kaçınamayacağın bir kavgaya bulaşacak olursan ne olursa olsun ilk hamleyi sen yapmalısın,” şeklinde bir öğütte bulunmuştu. Ferruh, almış olduğu darbenin etkisiyle geriye doğru savruldu ama nedense yere düşmedi. Sağ elim atmış olduğum yumruğun etkisiyle çok fena acımıştı ama çaktırmadım. Ben Ferruh ile uğraşırken Harun ve Mehmet çoktan birbirlerine girmişlerdi. Artık yumruklar, tekmeler ve küfürler havada uçuşuyordu. Ferruh benden aldığı ikinci darbenin ardından bir daha hiç karşılık veremedi ve sadece boş boş etrafına bakınmaya başladı. O günden sonra Ferruh bir daha hiç karşıma çıkmaya cesaret edemedi. Çünkü almış olduğu darbelerden dolayı küçük çaplı bir beyin sarsıntısı geçirmişti.

Harun’un sağında duran Salih, Ferruh’a attığım yumrukların şiddetini gördükten sonra sanırım benden çekindi ve benim yerime Mehmet’e doğru yönelerek saldırmaya başladı. Mehmet’e iki kişinin kalleşçe tekme tokat giriştiğini görünce çılgına döndüm. İyice sersemlemiş olan Ferruh’u olduğu yerde bırakarak Salih’in ensesine sert bir tekme savurdum. Salih darbenin etkisiyle yüzüstü yere kapaklandı. Bunun üzerine keyifle; “Jackie Chan filmleri sen nelere kadirsin,” diye iç geçirdim. Mehmet ile Harun tüm bu olanlardan bihaber birbirlerine hâlâ acımasız yumruk ve tekmeler savurup duruyorlardı. Neyse ki okul çıkışında yaptığımız bu vahşet dolu kavgayı gören bazı (aklı başında) yetişkinler çıkmıştı da bizi birbirimizden ayırmayı başarmışlardı.

Sonuç olarak Harun ve tayfası hak ettikleri cezayı almışlardı. Görünen o ki Mehmet ve ben yüzümüzdeki irili ufaklı birkaç morluk ve sıyrıkla da olsa bu mücadeleden galip ayrılmıştık. Çünkü Harun’un yüzü gözü mosmor olmuş, sağ kaşı ve dudağı patlamıştı. Salih’in burnundan oluk oluk kanlar boşalıyordu ve aynı arkadaşı Harun gibi berbat kanlı bir yüzle evine dönmek zorunda kalmıştı. Ferruh biraz önce belirttiğim gibi küçük çaplı bir beyin sarsıntısı geçirmiş ve etrafına boş bakışlarla bakıp duruyordu. Onunda tek gözü feci şekilde morarmıştı. Yaşanan tüm bu vahşete korku ve yaşlı gözlerle şahit olan Elif ve Nur her ne kadar bizim yanımızda dursa da o günün akşamında Elif, Mehmet’i terk ettiğini söyleyerek ondan ayrılmıştı. Mehmet tüm bu olanlara yine doğru dürüst bir tepki vermemiş her zamanki sakin tavrını korumuştu.

Mehmet ile oldukça kısa sürecek dostluğumuzun bu sıkıntılı hadiseden sonra başladığını rahatlıkla ifade edebilirim. Mehmet ile gerçekten sıkı birer dost olmuştuk. Bu uğurda hiç çekinmeden kanımız akmış ve düşmanlarımızın kanını akıtmıştık… Sözlerime Elif ile Mehmet’in akıbeti ile devam etmek istiyorum.
Elif’in Mehmet’i hâlâ deliler gibi sevdiği okuldaki herkesin malumuydu ancak Elif kendince bir karar almıştı ve bu kararından bir daha asla geri dönmeyeceğini söyleyip duruyordu. İşin doğrusu Mehmet’in pişmanlıkla Elif’e geri dönüp özür dilemesi ve bu tek taraflı ayrılık kararını kabul etmediğini açıkça söylemesini istiyordu. Ancak Mehmet hiçbir zaman Elif’in bu isteklerini yerine getirmedi. Sanırım yapısı gereği bunları asla yapamazdı da.

Kavgaya tutuştuğumuz haftanın cuma günü son ders saatimiz boştu. Aslında dersimiz İngilizceydi ve İngilizce hocamız bilmem kaçıncı hamileliğini yaşıyordu. Bu sebeple dersimize sınıfça çok sevdiğimiz Edebiyat hocamız Raşit Bey girmişti. O ders Raşit Hoca bizden oldukça hoşlandığımız bir etkinlik yapmamızı istemişti. Onun tabiriyle ifade etmek gerekirse bu etkinlik için; “Piyangonun ilk talihlisi Mehmet!” çıkmıştı.

Yapacağımız etkinlik için biraz detay vermem gerekirse sırasıyla bir öğrenci tahtaya çıkarak hazırlıksız olarak kendi belirlediği herhangi bir konu hakkında bir konuşma veya bir sunum yapmak zorundaydı. Tahtaya çıkan her öğrenci tüm sınıfa hitaben ister bir hikâye anlatabilir isterse bir drama bile sergileyebilirdi. Bunların haricinde öğrenci isterse öylesine saçma sapan konularda konuşarak tüm sınıfı etkilemeye çalışırdı. Zaten bu etkinliğine “Saçmalama Seansı” adını bu sebeple vermiştik. Hocamıza göre bu etkinliğin asıl amacı öğrencilerin özgüvenlerini ve çevrelerine karşı tahammül seviyesini yükseltmek, yeni yeni fikirlerin ortaya çıkmasını sağlamaktı.

İlk talihlimiz Mehmet gayet sakin ve kendinden emin bir şekilde tahtaya çıktı. Yüzündeki morluk ve sıyrıklar biraz olsun iyileşmiş gibi görünüyordu. Lakin kimse bu tür gereksiz ayrıntılara dikkat etmeyecekti. Mehmet, eline aldığı boş bir A4 kâğıdını ustalıkla defalarca katlayarak daha önce hiç görmediğimiz anlamsız bir şekil oluşturdu. Ardından tüm sınıfa doğru dönerek; “Size Japonların kâğıt katlama sanatı olan Origami’yi kullanarak interaktif bir hikâye anlatacağım. Hikâyemin adı; Cahil Başıma Köyden İndim Şehre,” dedi ve ilginç gösterisini başlattı.

Mehmet, elindeki kâğıdı defalarca katlayıp bükerek yeni yeni çeşitli şekiller oluşturuyordu. Oluşturduğu her yeni şekille beraber anlattığı hikâyesini adeta yeni bir boyuta taşıyordu. Elindeki kâğıt parçası sırasıyla kâh bir gömlek, kâh bir pantolon, kâh bir çift çorap ve ayakkabı, kâh bir bıçak, kâh bir sandal şeklini alıyordu. Hatta inanır mısınız bilmem ama bu kâğıt parçası ilginç bir idam sehpası şeklini bile almıştı. Mehmet, gösterisinin sonlarına doğru etkinliği yöneten hocamızdan izin isteyerek gösterisinin son bölümü için kendisinin seçeceği bir öğrenciden küçük çaplı bir yardım alıp alamayacağını sordu. Mehmet, gerekli oluru alındıktan sonra hiç duraksamadan Elif’in yanına ağır ama emin adımlarla gitti ve onu elinden tutarak ayağa kaldırdı. Mehmet, eski sevgilisinden elindeki kâğıt parçasının bir ucunu tutmasını ve onu kendine doğru çekmesini kibarca rica etti. Elif, her ne kadar utanıp sıkılsa da Mehmet’in kendisine doğru uzattığı kâğıt parçasını tuttu ve yavaşça kendisine doğru çekti. Kâğıdın diğer ucundan aynı zamanda Mehmet’te çekiyordu. Yaklaşık bir saniye sonra ortaya çıkan yeni tasvir kapakları açık bomboş bir kutu şeklindeydi. Hepimiz şaşkınlıkla Elif’in elindeki hiçbir yapıştırıcı kullanılmadan oluşturulmuş minik kâğıt kutuya bakakalmıştık. Mehmet’in bu ilginç ve başarılı gösterisinden sonra sınıfta tabi ki alkış, kıyamet kopmuştu. Neredeyse tüm öğrenciler yüksek sesle Mehmet’e tebriklerini iletiyor, hatta bazıları durmadan ıslık çalıyordu. Kısa süren bu keşmekeşin arasında Mehmet’in Elif’in kulağına çaktırmadan bir şeyler fısıldadığını fark ettim. Bu hadiseden sonra Elif’in yüzü hiç olmadığı kadar kızarmış ve simasına sıcacık bir gülümseme yerleşmişti. Anladım ki Mehmet, Elif’in gönlünü işte o anda almayı başarmıştı. Nihayet Mehmet sırasına yani benim yanıma döndüğünde ona Elif’in kulağına ne fısıldadığını sordum. Mehmet gülümseyerek; “Ondan sonra kalbimin içinin aynı elindeki bu kutu gibi bomboş ve anlamsız, olduğunu söyledim!” dedi.

Bu hikâyenin sonunu merak eden değerli okur; Mehmet, sınıfın önünde sergilediği o muhteşem gösterisini bu dünyada ne yazık ki sadece bana öğretebilecekti. Bunun Mehmet ve benim için ne kadar önemli olduğunu siz nereden bilebilirsiniz ki?

Mehmet’e bu gösteriyi kalp krizinden vefat eden dedesi öğretmişti. Dedesi torununa bu gösteriyi öğretirken özellikle şunları tembih etmiş; “Aynı bu hikâye gibi bu dünyadaki tüm sırlarını senden öğrenmeye çalışan insanlar daima olacaktır. Sakın ha! Sakın sırrını kimseyle paylaşma! İlla ki paylaşacaksan da bunu ancak sana gerçekten değer veren sağlam bir dostuna öğret! Aksi takdirde herkes sırlarını öğrenir. İşte o zaman kimsenin nezdinde hiçbir değerin kalmaz! Bunu hayatın boyunca asla unutma ve her daim sana değer veren insanlarla bir arada olmaya çalış! Seni sevmeyen veya seni seviyormuş gibi yapanlarla değil!”

Ders bittikten sonra Mehmet ile her zaman birbirimize söylediğimiz gibi “Pazartesi görüşürüz kardeşim,” dedik ve evlerimize ayrıldık. Ancak hiçbir zaman onunla tekrar görüşemedik. Çünkü Mehmet ile ailesi o hafta sonu feci bir trafik kazası geçirmişti. Mehmet bu kaza sonucu ağır yaralandı ve yaklaşık bir ay boyunca komada kaldıktan sonra genç yaşında vefat etti. Benim elimde Mehmet’ten geriye bir tek bana öğrettiğini bildiğim o muhteşem gösterinin sırları kaldı. Belki bir gün ben de bu hikâyenin sırrı gerçek bir dostuma öğretebilirim. Pazartesi görüşürüz kardeşlerim…

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Esinti Yayınları; Merhaba! 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?