Sıçrayarak uyandım yattığım yerden. Tatlı bir rüzgâr sesi geliyordu arkadan kulağıma. Dışarısı çok soğuktu ve kara döneceğe benziyordu camı döven yağmur. Bu tatlı ve insanı uykuya sevk eden yağmurun melodisinin önünde ise mütemadiyen devam eden bir gürültü vardı. Gürültü diyorum çünkü bu kadar rahatsızlık verici bir ses en hafif tabirle bu şekilde adlandırılabilirdi. Sanki hayatınızdan sinirle çıkıp giden birinin sertçe kapıyı çarpması gibiydi bu ses. Ve uykumdan aniden sıçrattı beni. O ara bir rüya görüyorsam da onun da katili olan o ses, yağmur sesini bastırarak haince doğuyor ve gecenin içinde yitip gidiyordu. Susadığımı da tam bu sesin yankılanmasından sonra duyumsadım. Uzanıp kesme camdan sürahimden, yine kesme camdan bardağıma su doldururken ses tekrarlandı. Ağzımın içinde suyu birkaç kez çevirip yuttum.
Yaşadığım apartmanın toplu haberleşmesini sağlayan uygulamaya baktım. Çünkü orada böylesi bilgiler hakkında hemen lüzumlu lüzumsuz yazışmalar olurdu ve ben çoğunu okumazdım. Şuan bu gürültünün kaynağını belirleyip son verme isteği, normalde yapmayacağım bir davranış olan toplu mesajı okuyup cevap yazmaktan başka çare bırakmıyordu. Telefonun parlak ışığı gözünü aldı. Kısa süre sonra ekranda aradığım iletiyi göremedim. Başka ve en az toplu mesajlar kadar saçma bildirimler vardı, umursamadım. Saat daha erkendi. Zaten erken yatmıştım. Böyle uyanışlardan sonra istemsiz bir rahatlama hissederim. Sabaha daha çok vardır ve uyumaya devam edebilirim. Tabi uyuyabilirsem. Bunları düşünürken ses üç kez daha tekrarladı. Üzerimdeki örtüyü çekip üşengeçlikle kalktım. Kalkarken masa lambamı açtım ve oda birden loş bir aydınlığa kavuştu. Şuan bir küfür olsa ve tüm dillerde ne kadar küfür varsa içerse ne iyi olurdu. Karşı duvardaki raftaki kitapların parlak yüzleri odaya farklı bir hava katıyordu. Bu hoşuma gitti. Pencereyi hızla açtım. Sert esen rüzgâr içeri dolarken sulu sepkene dönmüş yağış, perdeleri ve beni kısa sürede ıslattı. Bu soğuk dokunuş hoşuma gitti. Bu arada ses tekrarlandı. Cam açık olmasına rağmen ses aynı şiddetteydi. Otopark ve hemen bitişindeki koruluğa bakan manzarayı görebildiğim kadar gözden geçirdim. Yağmurun dansı vardı sadece. Su birikintilerine düşen ve sokak lambasında ışığa boyanan damlaları izlerken ıslandığıma aldırmadım. Ara sokaktan koyu renk araba, su birikintilerine dikkat ederek geçiyordu. Ses tekrarladı. Sanki sessiz bir köşede otururken aniden düşen bir aynanın binlerce parçaya ayrılması sesine benziyordu.
Uykum iyiden iyiye kaçmıştı ama dinlenemediğimi hissediyordum. Çağımızda dinlenebilen bir insan olduğuna inanamıyordum. Herkes artık vücudunun bir uzvuymuşçasına yorgunluklarını taşıyor ve buna alışıyorlardı. Bende tabi. Saate baktım sabaha hala çok vardı. “Uyurum” dedim. Pencereyi kapatırken içeri son giren damlalardan sonrakiler peş peşe cama vurmaya başladı. Bu bir ninni gibiydi. Yatağın kenarına oturdum ve bu sesi dinledim. Ruhumun saçlarını, sapı elmas ve zümrütlerle süslü, narince işlenmiş, sanat eseri bir tarakla tarayan ses, beni yatağa çağırıyordu. Orta sert yatağım beni koynuna alıp, sabaha götürmeye çağırırken o ses yine yankılandı. Deprem öncesi çatırdayan faydan gelen ses kadar korku vericiydi bu ses. Aniden aynı huzursuzluk saçlarımı çekiştirmeye başladı. Kulaklarıma minik şeytanlar avazı çıktığı kadar bağırıyorlardı. Yağmurun ritmik dansı yok oldu. Öfkeyle yerimden sıçradım ve hızlı adımlarından daha hızlı ve burada yazılamayacak sözleri tekrarlayarak salona yürüdüm. Her dildeki tüm küfürleri içeren sözcük varsa da arayacak halim yoktu. Balkonun kapısını hızla açıp soğuk fayansa çıktım. Soğuk hava binlerce iğnesini üzerime fırlatmıştı. Bekledim. İleride kararan deniz, karşı kıyıdan vuran ışıklarla yer yer aydınlanıyordu. Aydınlanan yerlerdeki titreşimi izliyordum. Ay ışığını aradım, yoktu. Gürültü kanlı bir intikam hazırlığında mıydı? Önce bittiğine inandıracak ve ardından tüm zalimliğiyle saldıracaktı. Zaman akmıyor adeta sürünüyordu. Huzursuzluğum soğuk fayanstan ayaklarıma, oradan da bacaklarıma doğru çıkıyordu ki… Ses tekrarlandı. Aynı şiddetteydi yine. Sağa sola dikkatle baktım. Bu kez ne yağmurun dansı ne de ışık oyunları umurumdaydı. İnsan ne garip canlıydı, duygular her şeyi değiştiriyordu. Bazen dalıp gittiğin manzaralar şartlar değişince birden yok oluyordu, ardında en küçük iz bırakmadan. İşte şimdi damlalar sadece havadan düşen su zerrecikleriydi. Yer çekiminin kaçınılmaz oyunundan başka bir şey değildi. Öyle ya yağmurun bir romantizmi olurdu. Kapalı ve sıcak bir çatı altında olanlar için tabi. Hala sesin kaynağı hakkında bilgi edinememiştim. Üşümenin faydası yoktu, içeri girdim.
Arka balkon, mutfak penceresi, ardiye olarak kullandığım arka odanın camından kontrol ettiğimde değişen bir şey olmadığını sinirle anladım ama bu kez konuşmadım. Konuşsam da buraya yazabileceğim şeyler söylerdim sanırım. Aklıma saçma bir fikir geldi. Ses bu arada devam ediyordu ve sanki daha sık. Dairenin kapısını açıp koridora baktım. Boştu. Üstümde sadece bir kat olduğu için, çatıya vuran yağmur damlalarının sesini buradan da duyabiliyordum. Biraz dinledim. Rahatsız edici bir ses var diye yağmur sesi gibi ezgiyi dinlemekten kendimi alıkoymanın aptallık olduğunu düşündüm. İçeri girdim tekrar. Odama gidip yatağa oturdum. Yatak soğumuştu. Arada gümbürdeyen ses ve aralıksız devam eden yağmurun ninnisi bir anlama kavuşmaya başladı. Bu sesten kurtuluşun olmadığına kani gelmiştim. Oyun oynayamadığım bu yaşımda, seslerden oyun yapabilirdim ve yaptım da. Öyle ya, bir hikâye yazmak için en iyi yol, zıtlıklar yaratmaktı. İşte tam gecenin bu saatinde, uykumu bıçaklayan gürültüyle, rüyalarımı pışpışlayan yağmur sesinden iyi zıtlık olamazdı. Şarkıda bir hikâyedir sonuçta. Ritme saçma sözler yazmaya başladım. Unutmayayım diye tekrarlarken yatak ısındı. Ben sıcak bir çöl anaforuna kapılmış gibi dibe doğru çekiliyordum. Hafiflemiştim. Ve sözler durdu.
Sabah uyandım. Tuvalete gitme isteği her şeyin önündeydi. Hızla girdim ve o an tekrar sesi duydum. Durmamıştı. Yağmur durmuştu. Sözler neydi. Unutmuştum. Sorun yoktu yeniden bir söz yazabilirdim. Saate baktım, biraz daha vardı. Az sonra vahşi dünyaya çıkacaktım ve artık hiçbir ses bana oyun gibi gelmeyecekti. Dedim ya insan garip canlı diye.