Durup dururken ağlar mı insan? Bu yaşınıza kadar kaç defa samimi olarak gözyaşı döktünüz? Özel hayatınıza dair sorduğum soru aslında kendime sorulmuş olduğundan özür dilerim gibi cümleler kurmayacağım. Ah Şubat diye bir çığlık atıp yeri göğü inletesin geldi mi hiç desem çoğunuzda bir fikir telakki eder kanısındayım. Hiçliğin tadına doyasıya bakıp, afiyet olmadan ayağa kalmak zorunda kalmak ne de büyük bir ıstırap, desem deli mi ne diyecek sayamayacağım kadar nefes vardır kanaati hâsıl oldu şuan.
Ah, şubat ah! Ocak ayı freni patlamış kamyon gibi bayır aşağı çekip giderken, şubatı teğet geçsin istiyorum. Hangi ayda dünyaya geldiğini hala öğrenememiş biri olduğum için istediğiniz kadar gülün hiç de umurumda değil, ne var ki sonsuzluğa açılan çukurun parlak taşına gidiş tarihimin tam olarak yazılmama ihtimali biraz olsun tedirgin etmiyor değil. Sıradan bir Pazar günü neden ve niçin bu cümle kalabalığına maruz kaldığınızı bilseniz de olur bilmeseniz de demeyeceğim. Küstahlığı sevmem.
Ah, şubat ah! Benim ki sadece bir saniyelik de olsa rahatlamak, çok uzaklardaki huzura dokumasam da kısık bir gözle kısacık bakmaktan ibaret. Geçmişe yolculuk yaparak rahatlayamayacağımı bile bile daldım gittim anılara. İyi mi ettim, kötü mü inanın bilmiyorum. İnsan anılarına zincirle bağlanmaktan yorulur mu demeyin. Kişiye ve zamana göre değişkenlik gösteren bir durum. Anılar nikotin kadar acımasız olunca dumanı iyi ya da kötü zaman seçmiyor. Mutluyken de üzgünken de öylesine yakılmış gri duman kalabalığı diye geçiştirmek en doğrusu gibi geldi. Yıllar önce çocukluk aklımla karaladığım birkaç dörtlük aklıma düşse de buraya yazıp bunalmak istemiyorum kimseyi.
Ah, şubat ah! İnsanoğlu kuş misali kısacık hayatında onlarca belki de yüzlerce dala konup yok olup gider desem yaratılışa asilik etmekten korkarım. Tanıdığım ya da tanımadığım kim olursa olsun motosikletten bahsetse icat edenden başlayıp tüm aşamada emeği olanlara nalet okumak istesem de beddua bana göre değil diyerek vaz geçip, biraz yavaş ol be adam diyerek şamarı indiriveriyorum kendime. Siz hiç yavaş adımlarla anılarınıza adımladınız mı? Korkunun ecele faydası yoktu ve hayat unutmak istediklerimizle hatırlamak için var gücümüzü kullanmak zorunda olduklarımızın harmanlanmasında gizliydi.
Ah şubat ah! Şuan hiç yeteneğim olmamasına rağmen kum sanatı icra edebilmek için neler vermezdim ki! Kocaman bir bina resmedip, manzarası en güzel duvara resmini çizmek istediğim genç fidan düştü aklıma. O fidan kim mi? Ertuğrul ÖZDEMİR. Ocak hızlı adımlarla şubata koşarken birkaç gün dur yüreğim kaldıramayacak diye çığlığı basmak istiyorum, fakat sözümün dinlenmeyeceğini de biliyorum. O şubat yine gelecek, yine ikisi olacak ve işte o gün zaman her zamanki gibi akmaya devam etse de benim gibiler için duracak olması çok zoruma gidiyor desem de, sadece kendi kendimi teselli edecek gücüm var. Kendim hariç kimseye yardımcı olamam.
Ah, Şubat, ah! Sana neden kızgınım ki? Aslında hiç de suçun yok değil mi? Olayların sana denk gelmesi seni öcü yapmaya yetti de arttı bile. Yüreklerin ala bora olduğu zaman dilimi sana denk geldi sadece. Biliyorum sen de üzgünsün en az benim kadar değil mi? Talihsiz şubat, ikisi bir acı, altısı bir acı. Diğer günlerine tembih et ve en kısa iken en uzun acılara şahitlik etme olur mu?
Daha fazla yazmaya ne cesaretim ne de gücüm var. Bu dünyadan bir Ertuğrul ÖZDEMİR geçip gitti. Mekânın cennet olsun, koçum.