“YAZ TATİLİ”

  • 30/11/2023
  • 280 Görüntülenme
“YAZ TATİLİ”
Kaan DinçerKaan Dinçer

Küçük çocuk mesanesinin patlayacak gibi olduğunu, biraz daha gecikirse okuldaki alaycı bakışlara maruz kalma korkusunun yarattığı endişe halinin ürpertisini ensesinde hissediyordu. Bitmek üzere olan din kültürü ve ahlak bilgisi dersinde izin istediği halde öğretmeni ona izin vermemişti. Reyhanlılı olan öğretmeni 1.65 boylarında, oldukça kilolu, kel, siyahi denebilecek esmerlikte, şiveli ve sevimsiz bir üslupla konuşan kaba saba bir adamdı. Bu kaba saba adam, okulda yaratıcı dayak teknikleri ile tanınıyordu. Bir keresinde verdiği ezberi yapmadıkları gerekçesiyle çocuğu ve onun dört arkadaşını duvarın önünde diz çöktürmüş, ellerini enselerinde bağlamalarını istemiş ve popolarına tekme attığında kafalarını da duvara vurmalarını sağlayacak (yenilikçi denilebilecek bir yöntemle) zorbalığın az bulunur örneklerinden birini sergilemişti. Bahsi geçen bu zorba bozuntusu öğretmenin ağzından kelimeler dökülürken daha fazla dayanamayarak ayağa fırlayan çocuğun kulağında “Allah yolunda öldürülenler için ‘ölüler’ demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” sözleri ile teneffüs zili aynı anda çınlamış ve zille beraber bütün çocuklar da okul bahçesi ve koridorlarda bağrışarak sağa sola koşuşturmaya başlamışlardı. Hızla tuvalete gitmekten başka gayesi olmayan çocuğun her adımında kalabalık daha da artıyor, sanki okul tuvaleti adım adım uzaklaşıyordu. Etrafındaki bakışların yavaş yavaş üzerine yöneldiğini, çocukların ona yönelttikleri boş bakışlar eşliğinde adeta bir set ördüğünü fark etmişti şimdi. İtişiyor, çekilmelerini söylüyor, ancak boş bakışlar haricinde hiçbir karşılık alamıyordu. Kesif amonyak kokusunu alabiliyordu artık. Devlet okullarının, otogarların; kısacası pek çok umumi tuvaletin ortak esansıydı bu koku. Tuvalete yalnızca birkaç metre kalmış olmasına ve çocukları itip kakmasına rağmen ne tuvalete ulaşabiliyor ne de ittiği, küfredip tırmaladığı çocuklardan en ufak bir tepki alabiliyordu. Sanki çocuklar ayakkabılarından yere çivilenmiş gibi öylece oldukları yerde salınıyorlardı. Kendisine yol açmak için fırsat yaratmak amacıyla itip kaktığı çocuklardan birisinin tenine temas ettiğinde teninin buz gibi olduğunu fark etmiş, nisan ayının son günlerinde Ege kıyılarında hüküm süren ılımandan sıcağa çalan hava ile bu durumun ne kadar tezat oluşturduğunu bir an düşünmüş olsa da aklındaki tek şey mesanesini patlatmak üzere olan çişiydi. Kesif amonyak kokusunun yanında daha ağır, insanda kusma dürtüsünü tetikleyecek bir öğürmeye yol açan başka bir yabancı keskin koku da alıyordu artık. Koridorun sonunda tuvaletin bulunduğu cebe dönüp kapıya yaklaştıkça (!) etraftaki ışığın ne kadar azaldığını, kirli bir karpuzun içerisinde takatsizce yanan ampulün dışında neredeyse hiç ışık olmadığını fark edecek halde olmasa da bir tuhaflık olduğu su götürmez bir gerçekti. Artık ensesindeki ürpertinin tek nedeni rezil olma korkusu değil, anlam veremediği bu garip atmosferdi de aynı zamanda. Fakat yine de tuvalete bir gidebilseydi…

Artık neredeyse varmıştı. Aralarında komşularının oğlu Sergen’in de olduğu son çocuk öbeğini geçmesi halinde dünyadaki en huzurlu insan olacağından emindi. O kadar telaşlıydı ki Sergen’in 4 yıldır okuduğu okuldaki tanıdık tek sima olmasından en ufak bir şüphe dahi duymamıştı. “Sergen lütfen çekil! Çekil Sergen, çekilsene ulan!” diye bağırırken bacaklarının arasında hissettiği ılık bir akıntı gözlerini oraya çevirmesine neden olmuştu. Utanç duymayı birkaç saniye de olsa erteleyebilirdi, çünkü şu anda yaşamakta olduğu huzur ve rahatlamanın tarifi mümkün değildi. Çişinin akıp gitmesine, bacaklarından çoraplarına, oradan da ayakkabısının içine süzülmesine izin vermekten başka yapacak hiçbir şey yoktu. En azından yaşadığı bu hazzın tadını çıkartmasında bir mahsur da yoktu bu durumda. Kafasını aşağı eğdi gözlerini yumdu. Kıpırdandıkça ayakkabısının içine dolan çişinin sıcaklığı ve çıkardığı vıcık vıcık hissi ve sesi duyabiliyordu. Bir eli hala Sergen’in omzundayken diğeri son anda cebinden çıkartsa da birkaç damlaya maruz kalmış halde titreyerek boşlukta öylece duruyordu. İyiden iyiye ıslanan bacaklarındaki sıcaklık yerini hafif bir üşümeye bıraktığında artık olan bitenle yüzleşmenin zamanı geldiğini anlamış, kafasını kaldırıp Sergen’in gözlerine bakmaya kendini hazırlıyordu. Loş ışık iyiden iyiye titremekteydi. Önce yavaşça gözlerini açtı. Birkaç saniye okul ayakkabılarının top oynamaktan aşınmış uçlarına dikti bakışlarını. Tam karşısında Sergen’in -muhtemelen okul yolunun kenarlarındaki tarlalarda oyalanırken olduğunu düşündüğü- çamura bulanmış ayakkabıları duruyordu. Artık bakışlarını arkadaşının ayakkabılarından kaldırıp gözlerindeki alaycı ifade ile yüzleşmesinin zamanı gelmişti. Sergen’in omzundaki eli de kendi ağırlığı ile pamuklanmış örgü süveterinden kayarak aşağı düştü ve başını acele etmeden kaldırdı. Ve karşısında Sergenin solgun teni, morarmış dudakları ve yalnızca akı görünen gözlerini görmenin verdiği şokla geriye doğru sendeleyerek yere düştü. Bembeyaz ve buz gibi olmuş elleriyle çocuğun yüzünü iki yanından kavrayan Sergen ona yaklaştı ve içten gelen, boğuk bir sesle bir şeyler mırıldandı. Küçük çocuk, bu anlaşılması zor birkaç kelimeyi taşıyan nefesiyle birlikte yüzüne vuran ölüm kokusunu iliklerine kadar hissetti. İlk anda donup kalan çocuk kan ter içerisinde ayağa kalktığında kulağında zar zor seçtiği karelimeler hala yankılanıyordu; “Bırak onları, git buradan!”

Ayağa kalktığında bacaklarının arasındaki ıslaklık ve kendine hayrı olmayan loş sarı ışık dışında onu ürperten her şeyin bir kâbustan ibaret olduğunu, yalnızca gece uyurken altına kaçırdığını idrak etmesi yalnızca birkaç saniyesini almıştı. Okullar zaten tatildi. Şu anda tatil için geldiği ve kendi evlerinden yalnızca 38 km uzaklıktaki bir sahil kasabasında bulunan babaannesinin yazlık evindeydi ve tek sorunu ıslak çarşaf konusunu babaannesine açıklamak zorunda olmasıydı. Aslında babaannesi çocuğa çok düşkün sevgi dolu bir insan olsa da bir miktar despot bir mizacı vardı. Yaşadığı zorlu hayatın da bir getirisi olsa gerek sevgisini göstermek konusunda pek de cömert sayılmazdı. Bu yüzden yaşanan bu talihsiz olay karşısında maruz kalacağı söylemler ve hatta belki de yanağına aşk edilecek ufak bir tokat konusunda hazırlıklı sayılırdı. Saatine baktı, henüz beş bile olmamıştı. Sabahı beklemek ve babaannesini uyandırmak ikilemindeyken kolay bir tercih yaptı. Yüzleşmesi gereken şeyi erteleyebiliyorsa tabi ki erteleyecekti. Gecenin köründe azarlanmaya, belki de ufak da olsa tartaklanmaya hiç niyeti yoktu. Belki uykuluyken halsiz olur ve en azından tokattan kendimi sıyırabilir miyim diye düşünse de uykusundan uyanmış bir babaanne huysuzluğu ile karşılaşma kumarını da oynamak istemiyordu. Hiç ummadığı şiddette bir hışımla karşılaşma ihtimali de yadsınamazdı. En azından sonucunu kestirebildiği ihtimali seçmek konusunda kendisini ikna etti. Hazırlıklı olduğu sonuç garantici bir tercihti. Gelecekteki benliğine ters düşecek şekilde o günlerde garanti olandan yana tercih kullanmak gibi bir alışkanlığı vardı. Islak pijamasını ve iç çamaşırını çıkartıp kapalı olan kapının arkasına denk gelecek şekilde duvar dibine fırlattı. Sırılsıklam olan çarşaf ve pikenin bulunduğu yatağa dönmeye niyeti yoktu. Eski bir spor çantaya doldurmuş olduğu eşyalarının bulunduğu köşeye yöneldi. Bu eski, aşınmış çantadan bir çamaşır ve şort alarak acemice giydi. Şimdi sabahı beklemekten başka yapacak hiçbir şey yoktu. Islattığı yatağın karşısındaki eski gardırobun yanında bulunan ve iki yıl kadar önce kaybettiği dedesinin sağdan soldan topladığı tahtaları çakarak yaptığı divanın üzerinde dizlerini karnına çekerek sırtını duvara yasladı ve öylece içi geçmişti.

Uyandığında dışarıdaki hareketlilikten anladığı kadarıyla saat ilerlemiş, belki de on olmuştu bile. Aslında bu saate kadar babaannesi çoktan kahvaltıyı hazırlayıp ona seslenirdi çoğu zaman. Belki de komşuya gitmiştir ve benim de yaver giden şansım kaçınılmaz tokattan beni bir süre de olsa da kurtarmıştır diye düşündü. Birden burnuna dolan yanık yağ kokusuyla beraber odayı saran hafif dumanı fark etti. Artık olanla bitenle yüzleşmesi, bu koku ve dumanın kaynağını öğrenmesi gerekiyordu. Kapıyı araladı, göz ucuyla etrafı süzdü. Koridordaki duman çok daha yoğundu. Yanık kokusunun arasından zor da olsa babaannesinin evinde bir sabah ritüeli sayılabilecek yumurtalı ekmek kokusunu seçebildi. Sessizce koridora çıktı. Tekrar etrafını süzdü, tavadan gelen çatırtı dışında hiçbir ses yoktu evin içinde. Yalnızca dışarıdan geçen eski mobiletin sesi ve denize gitmekte olan birkaç çocuk ve yanlarındaki büyüklerin seçemediği konuşmaları… yürümeye devam etti, mutfağın kapısındaydı artık. Olması kaçınılmaz olanı daha fazla ertelemenin hiçbir anlamı olmadığına kanaat getirdi ve kapı kolunu indirip kapıyı araladı. Koridorda yoğunluğunu artıran duman mutfağı iyiden iyiye sarmıştı, göz gözü görmüyor demeye ramak kalmış, ocağın üzerindeki tavadan yükselen duman gözlerini ve ciğerlerini yakacak kadar kaplamıştı bütün mutfağı. Balkon kapısını açmak üzere o tarafa yöneldi. Masanın sağ tarafından dolaşarak kapıyı araladı. Artık duman dağılmaya başlamıştı. Ocağı kapatmak üzere hareketlendiğinde bir şeye takılıp düştüğünde zeminde yoğunluğunu yitiren dumanın arasında babaannesinin yerde uzanmakta olduğunu fark etti. Bu duruma hiçbir tepki vermemişti yaşlı kadın. Artık gözlerinde ve ciğerlerindeki ağırlığını azaltacak kadar dağılmış olan dumanın sakladığı kadının bedeni ortaya çıkmaktaydı. Yanına yaklaştı, yüzünün yarısını örten eski tarz yazma baş örtüsünü kaldırdı. Tülbentin ardında kadının açık ağzını ve yarı kapalı gözlerini gördü. Omzundan tutup silkeledi babaannesini. Hiçbir tepki yoktu. Öylece kala kaldı bembeyaz olmuş yüzüne bakarken. Birkaç dakika içerisinde üzerindeki şok hareket etmesine engel olmaktan çıkacak kadar azaldığında yerde ve dizlerinin üzerinde olduğu halde iki adım kadar geriledi. Gözünden bir damla yaş süzüldü, yutkunamadı. Evde artık yalnızdı…

Kasım 2023

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?