“SIRADAN BİR ADAMIN SIRLARI” – 5. BÖLÜM

  • 28/12/2023
  • 156 Görüntülenme
“SIRADAN BİR ADAMIN SIRLARI” – 5. BÖLÜM
Eray AkgülEray Akgül

BEŞİNCİ BÖLÜM

Yaz tatilinin sonuna doğru gittiği, babasının doğduğu şehir olan Yokuşlar Şehri’nde, ilk birkaç günden sonra çok sıkılmıştı. Yüksek rakımlı köyde, sessiz gecelerde herkesten uzaklaşıp, ormanlık arazinin en üstündeki açıklık arazide yıldızları izlemek ve hayaller kurmak dışında bir şey yaptığı yoktu. Hafif yokuş ve artık ekilmeyen tarla, taşların arasından baş veren ayrık otlarıyla doluydu. Bulduğu düzgün bir zemine oturdu. Ne düşündüğü hakkında en küçük bir fikri yoktu. Aklında dönüp duran fikirlerden hoşlanmazdı çoğu zaman. Köye odaklanmaya çalışsa da başaramıyordu. Aslında sıcak havaları sevmiyordu ama Palmiyeler Şehri’ni şimdiden çok özlemişti. Doğduğu kent olan Yokuşlar Şehri, havanın birden kapandığı ve aniden şiddetli yağmurların başladığı bir şehirdi. Yağan şiddetli yağmurlar sonucunda, kendi köyü gibi birçok köyün yolları heyelan nedeniyle kapanırdı. Bulunduğu köy kentten oldukça yüksekteydi. Ormanların arasında bir köydü. Yeşilin her tonunu görebilirdin bu köyde. Yine de çok sıkılmıştı.

Herkes çok üstüne düşüyordu. Türlü yemekler hazırlanıyor, sırf onun için oyunlar tertipleniyordu. Herkse evine çekildiğinde köye yayılan sessizlik, Palmiyeler Şehri’nde asla rastlayamayacağı bir lükstü. Büyük şehirlere özgü uğultunun bu köyde zerresi yoktu. Sesler ya vardı ya da yok. Özellikle Uğultular Şehri’nde seslerin adeta gölgeleri vardı ve asla insanın yakasını bırakmazdı. Nereden geldiği kestirilemeyen uğultu, her yerde vardı ama ararsan, hiçbir yerde yoktu. Köyde bu uğultu yoktu ama burada da bir ilgi yumağının içindeydi. Tüm köy, Çakırın oğluna elinden geldiğince özen gösteriyordu. Oysa Ethem üstüne düşülmesini sevmezdi. Herkesin gözleri onun üzerine çevrildiğinde oradan yok olmak isterdi. Katıldığı her şeyi hevesle yapıyor gözükse de aklında sadece ormanlık alanda yapılacak yürüyüşler olurdu. Böyle davranmasını babası tembihlemişti. Babası onu iyi tanıyordu ve köylüleri de. Babası köye geldiğinde şiveli konuşur ve çoğu zaman ne dediğini anlamıyordu Ethem. Köyden aşağıya doğru yürüdüğünde, ormanlık alanın başlangıcına kurulmuş, dedesinin yattığı mezarlıkta biraz vakit geçirmiş, ardından herkesin fazla uzaklaşmamasını tembihlediği ormana girmişti. Böyle bir çeşitlilik görmemişti. Meşe, gürgen ve kestane ve daha nice ağaçların doğal bir armoni içinde sunduğu yeşilin her tonunun arasında kendinden geçerken, ormandan çıkmak istemiyordu. Ormanın yüksek yerlerinden görünen, kıvrılarak barajı dolduran maviden yeşile değişen akarsuyu izliyordu. Babasının çocukluğu buralarda geçmiş, yaprakların arasından kestane ve mantar toplama hikâyelerinden alınacak hazzı tahmin etmeye çalışıyordu. Gittikçe büyüyen ağaçlar, türlü çiçekler, kuşlar ve doğanın eşsiz sesleri… Saatler saatleri kovalıyordu. Ethem yaşadığı şehirde görmediği bitkileri inceleyerek dakikalarını geçiriyordu. Bir ifteri otunu koparmış, kâğıt uçak gibi havaya atmış ve dönerek yere düşüşünü izlemişti. Salih’le gittiği ormandaki kuru otlar ve çam ağaçlarının yanında burası bir cennetti.

Köye döndüğünde hava kararmaya başlamıştı. Evin yanına kurulu, köyde “serender” denilen, ağaç direkler üstüne kurulu samanlığın, eskimiş, yer yer kırılmış ahşap duvarına dayanıp dinlenirken her şeyden farklı bir hava hissetti köyde. Bu saatte köy meydanına çıkıp sohbet eden gençler, evlerinin önünde oturan kadınlar ve çekildikleri köşelerde bira içen erkekler yoktu. Hatta her daim ortalıkta gezen yaşlı köpek bile yoktu. İçine bir korku düştü. Yalnızlıktan korktu. Çok sevdiği yalnızlık bu kez bir kara bulut gibi tepesinde toplanmaya başladı. Hemen hemen herkesin akraba olduğu köyde, yaz rüzgârı esip geçerken, aradığı tanıdık yüzleri göremedi.

Anne ve babası onu köye amcalarına, halalarına ve köylülere emanet edip şehre inmişti. Onların gençlikleri bu şehirde geçmişti. Burada tanışmışlar ve flört etmişlerdi. Babası ince kesilmiş bıyıkları, açık lacivert gözleri ve yanık teniyle, her kavgaya hazır bir solcuydu. Annesi ise dalgalı saçlı, koyu kahverengi gözlü, çalışkan ve sebatkâr bir kadındı. Annesi ve babası, Ethem gibi değillerdi. Her daim gülen, kalabalıklara karışmaktan korkmayan kişilerdi. Ethem sadece iç dünyasında yaşar, Salih dışında kimseyle samimi olmaz ve içini kimseye açmazdı.

Her yerini otlar kaplamış dar yoldan hızlıca koşarak biran evvel eve varmak istiyordu. Baktığı her boştu. Bir yüz aradı. Bulamadı. O an bir şey anladı. Yalnız kalabilmenin keyfi, gerekirse etrafında birinin olabileceğini bilmekten geçiyordu. Bu aklına geleni zaman diğer her şey gibi törpüleyecekti ama köyde birilerinin olduğunu bilmek onu rahatlatacaktı.

Eve varınca ayakkabılarını hızlıca çıkarıp savurdu. Ev boştu. Yaşlı köpek evin önünde boylu boyunca yatıyordu. Köpek istifini bozmayınca Ethem köpeğin koca vücudunun üzerinden atlayıp içeri girdi. Odalara baktı. Balkona çıkıp bahçeye baktı. Sırıklara sarılan fasulyeler, kızarmış domatesler, eprimiş kıyafetler giydirilmiş korkuluk ve baş vermiş mısırlardan başka bir şey yoktu. Normal zamanlarda doğanın bu vericiliğine hayran kalır ve izlerdi ama yapmadı. Eve geri girdi, büyük odanın bir kenarında köşede duvara gömülmüş şömine, diğer köşede bir musluk ve altında betondan bir lavabo vardı. İlk gördüğünde şaşırdığı bu manzara şuan ona bir şey ifade etmiyordu. Hızla çıktı evden. Ayakkabılarının topuklarına basarak bir alt sokaktaki eve doğru koştu. Dar sokağın bir tarafı uçurum diğer tarafı ise evin bahçesinin ince ağaçlardan yapılmış çitler vardı. Uçurumun dibine atılmış çöplere aldırmadan eve girdi. Bu evin önü hep kalabalık olurdu. Şimdi kimse yoktu. Evin önüne sabitlenmiş ve daim odun ateşiyle yanan semaverin altındaki ateş sönmüş ve küller kalmıştı küçük saç boşlukta. Nefes nefese vardığı demir kapıya yumruk yaptığı eliyle vurup geri çekilerek perdeleri çekik olan pencereden içeriyi görmeye çalışıyordu. İçeriden bir ses geldi, evde birileri vardı. Aklında gezinen terk edilmiş köy düşüncesinden bir an sıyrılıp içeriden gelen sesleri dinledi. Düzensiz adım sesleriydi. Kapıya daha dikkatli bakınca sanki içeriyi görebileceğini sandı. Kapı açılınca belki de ömründe gördüğü cüce olmayan en kısa insanı gördü. Her daim gülen yüzlü kadını tanıyordu. Bir ayağı diğerinden kısa olan kadının yüzü bu kez gülmüyordu. Hıçkırıkların arasından bir şeyler söylese de anlamadı Ethem.

İçinde fırtınalar koparken, heyecandan terliyordu. “Ne oldu?” diye sorabildi.

“Amcan” dedi kadın burnunu çekerek, “madende kaza geçirmiş. Başın sağ olsun.”
Ethem’i en çok amcasına benzetirlerdi. Çok merak ediyordu ama görememişti. Yıllardır köye gelmemişti. Babası ve ailesi arasındaki sorunlar, Ethem’i bütün sülalesinden uzak tutmuştu. Şimdi ancak eski bir arkadaş kadar yakın olunabiliyorlardı. Kimsenin hatırlamadığı saçma sebepten dolayı bu köye ancak genç bir adam olunca gelebilmişti. Şimdi yıllar sonra geldiği köyünde trajik bir durumun içinde kalmıştı. Ayrıntıları merak etse de soramadı. Evin önündeki büyük ceviz ağacının altına kurulmuş tahta sedire doğru ilerleyip kendini sert zemine bıraktı.

Bütün şehir cenaze törenindeydi. Ağıtlar birbirine karışıyordu. Tabutlar omuzlardan omuzlara taşınırken Ethem, ilerideki denizin üzerinde, denize paralel uçan kuşlara bakıyordu. Gördüğü en kirli denizdi. Lacivert denizin üzerinde yeşilden maviye, kahverenginden kırmızıya dönen ve Ethem’in ne olduğunu anlamadığı bir şeyden kirlenen manzaraya baktı. Denizin bittiği yerde yamaca kurulmuş ve birer çürük diş gibi görünen evlere baktı. Çarpık kentleşmenin bir kataloğu olsa kapak resmi bu manzara olabilirdi. Aslında yaşadığı şehirde her yerden denize giriliyor ve tertemiz, turkuaz denizin göz kamaştırıcı manzarasına alışmışken, bu manzara ve dipten gelen koku, her şeye rağmen hoşuna gitmişti. Az ileride önceden taş kömürü taşımak için yapılmış tünel ve sonunda varılan panoramik manzarayı tekrar görmek istiyordu. En çok benzediği amcasının cenazesi kalkıyordu, diğer altı tabutla beraber. Amcasının bir resmi iliştirilmişti tabutlardan birinin önüne. Birkaç kez başka resimlerde gördüğü amcasının en son resmiydi bu. Hala çok gençti. Büyük kafalı, büyük ağızlı, geniş omuzlu, yüzüne yapışık gibi duran sinirli ifadesi olan bir adamdı. Diğer tabutlardaki resimler kadar ilgisini çekti bu resim Ethem’in. Kalabalığı taradı hızlıca. Bazıları sahte, bazıları samimi gözyaşları dökerken, O’nun aklında bambaşka şeyler vardı. Takım elbiseli adamların konuşmalarını hiç duymak istemiyordu. Kalabalığı yarıp uzaklaşırken zorla ayakta duran babasını seçti gözleri bir anın içinde. Yıkılmıştı babası. Annesine dayanmış duruyordu.
Hava çok güzeldi. Öyle ya, artık unutulmuş bir sebepten küstüğü kardeşini bir daha göremeyecekti. Yıllar sonra tekrar bir araya gelmek için atılan adım, bir trajediyle sonuçlanmıştı. Gerçi hayat trajedilerden sonra daha çabuk toparlanırdı ama bu avuntuyu duymak kimseye iyi gelemezdi. Masmavi gökyüzüne serpilmiş gibi duran bulutlara yeni manalar vermeye çalışırken, kalabalık devinerek mezarlığın yolunu tutmuştu bile.

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?