“SIRADAN BİR ADAMIN SIRLARI” – 3. BÖLÜM

  • 14/12/2023
  • 156 Görüntülenme
“SIRADAN BİR ADAMIN SIRLARI” – 3. BÖLÜM
Eray AkgülEray Akgül

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Çocukluktan gençliğe geçme zamanlarının sancılarının içinde, Ethem ve Salih kimsenin gitmediği kıyılara gidip, balık tutarak, odun ateşinde pişiriyor, afiyetle yiyor sonra hava kararıncaya kadar yüzüyorlardı. Avazları çıktığı kadar bağırıp, yanlarında getirdikleri, Salih’in babasından çaldıkları içkileri içip saatlerce dertleşirler ve geldikleri zorlu yoldan geri dönerlerdi.
“Yüzmeye gitmeyelim” dedi Ethem. Hep böyle fikirler Ethem’den çıkardı.
Karşısında, kendini yüzmeye hazırlayan Salih şaşırmıştı. Yüzmeyi çok seviyordu.
“Neden?” diye sordu.
“Dağ yürüyüşü yapalım, ormanlarda yürüyelim bugün.”
“Olur” dedi Salih tereddüt etmeden.
Yarım saatte hazırlanmışlardı. Yanlarına su, ekmek arası peynir, domates ile biber ve bir bıçakla yola koyuldular. Hava çok sıcaktı. Uzun bir yolculuk olacaktı.
Kuru otların üzerinde, çam ağaçlarının altında tepeye tırmanışlarına devam ederlerken arada bir durup sohbet ediyorlardı. Ağaçların şekillerini, yaprakların damarları ve yere düşen çam pürleri hakkında durmaksızın konuşuyorlardı. Bir ağacın altına oturup nevalelerini yerlerken, zaman geçiyordu. Yürüyüşün başında tepeye yaklaşan güneş, ağaçların arasına devrilmeye başlıyordu. Dönüşü düşünmüyorlardı. An’ın içindeydiler sadece. O kadar çok eğleniyorlardı ki zamanı unutmuştu iki arkadaş.
Ve gün battığında, ormana karanlık çöktü. Artık her yer bir birine benzeyen, siyahın içine gömülmüş ağaçların hayaletlerinden ibaretti.  Sanki orman bir korku tüneline dönmüştü. Yürümeye devam ediyorlardı ama nereye gittiklerini bilmeden. Suları bitti önce, sonra takatleri. Durup ormanı gözden geçirmenin bir faydası olmadığını anladılar. Sohbet etmeyi bırakıp, korkularının kucaklarına düştüler. Hep aynı yerde dönüp durduklarını fark etmeden, son güç kırıntılarını kullanıyorlardı.
“Kaybolduk!” dedi Ethem, içindeki pişmanlık bakışlarından belli oluyordu.
“Tamam, oğlum” dedi Salih, arkadaşının pişmanlığını anlamışçasına. “Ne yapacağız?” diye tamamladı sözlerini.
“Bilmiyorum. Ama çok yoruldum.”  Olduğu yere çöktü Ethem. “Oturalım biraz.”
Oturdukça oturdular. Ormanda ses yoktu. Arada bir gece kuşları geçiyor, nereden geldiği anlaşılmayan çıtırtılar duyulsa da, onlarda sessizliğin içinde yitip gidiyordu. Akılları oyunlar oynuyordu genç adamlara. Ormanda gölgeler kol geziyordu. Bulundukları yerden kalkıp devam etmeye çalışsalar da bunu başaramadılar. Buldukları bir boşluğa çöküp, açık gökyüzüne bakmaya başladılar. Yıldızlar hakkında yorum yaparak korkularını bastırmaya çalışıyorlardı. Susadılar ve acıkmaya başladılar.
“Bizi arıyorlardır” dedi Ethem.
“Evet, deli olmuşlardır.”
Korkularıyla yalnız kaldıkları ormanda, artık güçleri tükenmeye başlamıştı. Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Sessizce uykuya daldılar oturdukları yerde.
“Oğlum!” diyordu elleri zımpara gibi sert, orta yaşlı zayıf kadın Ethem’i sarsarak. Kadın çok sakindi. Çıkık elmacık kemikleri ve ince dudakları hafifçe kıvrılmış, muzipçe gülüyordu.
“Kalkın oğlum!”
Ethem gözlerini açtıkça karşısındaki flu görüntü gittikçe beliriyor, karşısında güzel sayılabilecek orta yaşlı bir kadın ona gülümsüyordu.
“Sen kimsin?” diye sordu Ethem, yerinden istemsizce sıçrayarak, Salih’i dürttü.
“Asıl siz kimsiniz?” diye karşılık verdi kadın.
“Biz… biz doğa yürüyüşü yapmak için geldik… kaybolduk.”
dedi Ethem, Salih kendine gelmeye çalışırken.
“Kalkın, kalkın!” dedi kadın, gülümsemesine engel olamadan. “Köye gidelim. Orada bakarız çaresine.”
“Peki, siz kimsiniz?”
“Aşağıdaki köydenim ben.” Dedi elindeki yarısına kadar dolu kovayı gösterirken. “Böğürtlen topluyorum, reçel yapacağım.”
“Ailemize haber vermemiz lazım.”
“Bağırın o zaman avazınız çıktığı kadar.”
“Nasıl?” diye sordu Salih şaşkınca.
“Ablacım, köye gidelim bir çaresine bakacağız. Şuan bağırmaktan başka çareniz yok. Hadi toparlanın.”
Kadın önüne kattığı iki çocukla beraber yola koyuldu. Durdukları yere aslında çok yakın olan dağ köyüne vardılar. Arada sadece bir tepe vardı. Köye giren dar yolun etrafında sıralı ağaçlar vardı. Ihlamur ağaçları… Sıkıştırılmış taşlarla yapılmış şose yolda etrafa büyülenerek bakan Ethem ve Salih, taş evlerin arasından yürüyorlardı. Kuş cıvıltılarına karışan çocuk çığlıkları köyün içinden geliyordu.  Sıralı evlerin önünde çeşitli sebzelerin ekildiği bostanlar, dalları şeftali, kayısı, armut ve daha envaı türlü meyve dolu ağaçlar vardı. Evlerin önünde kahvaltısını eden köy sakinlerine çocuklar hakkında malumat veren kadın her anlattığında gülüyor, Ethem ve Salih ise çekingence selam veriyorlardı.
Büyülü bir kokunun hâkim olduğu köyün meydanında koca koca çınar ağaçları, çeşme, küçük bir bakkal, önünde tahta tabureler ve masalar olan bir kahve vardı. Kahvenin geniş camından görünen duvar boydan boya raflarla bölünmüş, üstleri ise kitaplarla kaplanmıştı.
“Masal gibi” dedi Ethem.
“Evet” diye cevap verebildi Salih arkadaşına.
Kahvenin önüne çıkan uzun boylu adam kadına, “Kim Ümmü bunlar?” diye sordu.
“Tanrı misafiri bey!” dedi kadın elindeki kovayı bırakırken.
“Nereden gelirsiniz gençler siz?”
“Merhaba” dedi Ethem ve olanları kısaca özetledi sonradan köy muhtarı ve Ümmü’nün kocası olduğunu öğrendi adama.
Muhtar çocukların ailelerine haber verdi. Ethem’in babası oraya gelecekti. Zaten deliye dönen adamın oraya gelmesi iki saati bulacaktı. Kahvenin önündeki çınar ağaçlarının altına mükellef bir kahvaltı hazırlandı. Çaylar dolduruldu. Bazlama, iki çeşit reçel, peynir, zeytin, domates, salatalık, biber masayı donattı.
“Her şeyimizi kendimiz yaparız ablam!” dedi kadın coşkun bir sesle. Ümmü sürekli neşeli konuşan, sert yüzlü bir kadındı.
“Elinize sağlık, her şey harika…” dedi Salih halinden memnun.
“Hayat” dedi adam çayından kocaman bir yudum alırken. “Her zaman farklı hikâyeler sunar insana. Kaybolmasanız burada böyle bir köy olduğunun bile farkına varmayacaktınız. Belki gece korkuyordunuz kaybolduğunuz için ama şimdi buradasınız. Yaşadığın an’ın keyfine varmak lazım. Zaman illa ki öğretir.  Sizin yaşadığınız yere benzemez burası. Zaten pek kimsede kalmadı burada.” Kahvehanenin eskimiş camından içeri bakınca bir duvarın komple kitapla kaplı olduğunu gördü Salih. Adamın bilgece konuşmasının arkasında, duvar boyu sıralanan eserlerin olduğu anlaşılıyordu.
“İyi ki benzemiyor” dedi Salih gülerek. “Keşke biraz daha kalabilseydik.”
“Burada bir kapınız var artık gençler. İstediğiniz zaman çıkın gelin; ama kaybolmayı beklemeyim haa!” kadın işaret parmağını hafifçe sallarken gülümsüyordu. Başörtüsünün alından görünen siyah saçları ve ince yüzü daha bir güzel geldi gençlere.
“ilk fırsatta” dedi Salih.
“Ama” dedi Ethem yüzünü ekşiterek. “Ailelerimiz ne diyecek acaba?”
“Siz kafanıza takmayın, bu köyde kızmak yasaktır. Gençlikte böyle şeyler olur. Hem bu bir vesile oldu işte, tanıştık.” Dedi muhtar gülerek. Karşısındaki gülen gençlere sevgiyle bakarken Ümmü’ye seslendi. “Ümmü, birer sepet hazırla sen!”
Kadın uzaklaşırken, “gençler” dedi adam, “siz yine de dikkat edin bir daha böyle bir maceraya çıkarken. Bu orman çok büyük, eğer beş kilometre uzakta olsanız sizi bulamazdık.”
“Tecrübe oldu bize de. Hem sizleri tanımış olduk.”
Köy meydanı yavaşça doluyordu. Gelen gençlerin halini hatırını soruyor ve poşete koydukları köy yapımı türlü ürünü getiriyorlardı. Kısa sürede Ethem ve Salih’in yanında küçük iki tepe oluşmuştu.
“Bunları nasıl götüreceğiz, çok fazla oldu teşekkürler. Zahmet ol…” derken muhtar araya girdi.
“İş istif, doğru istif yapmakta… Herkes gönülden verir ne verirse almamak olmaz.”
Büyük bir tepsi çay geldi. Herkes çayını alırken sedan araba hızla girdi köye. Arabadan çıkan Ethem’in babası, “neredesiniz siz evladım!” derken muhtar ayağa kalktı.
Ethem ve Salih’i etkisine alan köy havası, Ethem’in babasını da etkisi altına almıştı. İki saat kadar köyde kaldılar. Muhtar poşetleri arabanın bagajına o kadar ustalıkla yerleştirdi ki daha yer bile kaldı.
Araba köyden çıkarken, Ethem ve Salih köye son kez uzun uzun hayranlıkla baktı.

****

Bardağa doldurduğu çayı içerken, o köy meydanında yıllar önce içtiği çayı hatırladı. Bir daha gitmemişlerdi o köye. Hep akıllarındaki gibi kalmıştı orası. Ne şimdi yaşadığı uğultular şehrine, ne gençliğini yaşadığı palmiyeler şehrine ne de doğduğu yokuşlar şehrine benziyordu. Çaydan bir yudum daha alırken, Muhtar ve Ümmü’nün şerefine kaldırdı yarısı dolu bardağı.

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?