“SIRADAN BİR ADAMIN SIRLARI” – 1. BÖLÜM

  • 01/12/2023
  • 230 Görüntülenme
“SIRADAN BİR ADAMIN SIRLARI” – 1. BÖLÜM
Eray AkgülEray Akgül

BİRİNCİ BÖLÜM

“Olmaz!” dedi adam kapıyı kapatırken. “Olmaz,” demeye o kadar alışmıştı ki artık bu bir reflekse dönüşmüştü.

Geçen sene aldığı kışlık ayakkabılar ne çabuk eskimişti. Önceden daha çok dayanırdı ayakkabılar. Aklını toplamakta her zaman zorlanmıştı ama şuan aklı olduğundan bile emin değildi. Kafasının içi karanlık balıklarla dolu bir akvaryumdu sanki. Tahammülü kalmamıştı yaşamaya karşı. İnsanlar ne kadar sabırsız, kaba ve düşüncesiz olmuşlardı. “Acaba benim içinde böyle düşündükleri oluyor mudur?” diye soruyordu arada, sonra, “ne önemi var ki, bu sürünün düşündüğünün!” diyordu ardından ağız dolusu bir küfür savurarak.

Hava adam akıllı soğumuştu. Sicim gibi yağan yağmuru izledi az önce çıktığı apartman kapısının sundurmasının altında. “Yağmur ne güzel yağıyor!” dedi memnuniyetle. Hâlbuki gecenin ilerleyen saatlerinde yürümesi gereken yol vardı. Yağmurdan bir perdenin arkasındaymış gibi görünen karşı apartmanın, yağmurdan ıslanan, yer yer çatlamış duvarlarına baktı. Pencereler sıkı sıkıya örtülmüş, nice hayatları saklayan, çirkin, ruhsuz apartmanlardan sadece biriydi.

Sundurmanın altında daha fazla durmanın bir manası yoktu. Islanmayı sadece geciktirebilirdi. Bundan kaçamazdı. Zaten kaçmak istediği bir durumda değildi. Sadece aklında eskimeye yüz tutmuş ve asla ısıtmayan ayakkabıları vardı. Kapüşonunu kapatıp bir basamak aşağıdaki asfalt yola ilk adımını attı. Yağmur damlaları sentetik kapüşona düştükçe çıkan yapay sesi hiç sevememişti. Hem sağını solunu da göremiyordu. Her an bir şey olabilir gibi geliyordu. Böyle zamanlarda tedirgin olurdu. İçinde yılar yılı büyüttüğü korkuları, arkasından geliyormuş gibi hissettiriyordu. Boş sokaklarda yürümeyi severdi ama asla kendini rahat hissetmezdi.

Koyu renk bir araba, bozuk asfalttaki çukurlardan geçerken, biriken suyu etrafa saçarak ilerliyordu. Yol kenarına dikilmiş ve beton yığınlarının içinde griliğe direnen, inadına göğe yükselmekten geri durmayan, ama yine de bulunduğu yere yabancı duran çınar ağaçlarına baktı, kendisini ıslatan arabaya aldırmadan. Hafif eğimli yolda biriken yağmur su, her geçen dakika çoğalarak denize çıkan alt sokağa doğru akıyor ve sokaklarda biriken insan artıklarını sürüklüyordu. Aynı suyun akış yönüne, suda sürükleniyormuşçasına kapılan yaşlı adam, yönünü denize doğru çevirdi. Yolu biraz uzardı ama bu manzarayı görmeye değerdi. Yağmur daha da hızlandı. İçinde yağmurla beraber büyüyen tedirginlik etrafı görememesinden kaynaklanıyordu. Kapüşonu indirince acımasızca kafasına vuran damlalar, seyrek saçlarından, sarıya çalan uzun sakallarına doğru akıyordu. Daha sokağa çıkalı dakikalar olmasına rağmen sırılsıklam olmuştu bile.

“Olmaz” demişti adama. Yine aklına gelince sinirlendi. “Nasıl olur?!” diye bağırdı boş sokakta. Oysa böyle bir son düşünmemişti. Yoksa düşünmüş müydü? Ne düşünmesi gerektiğini bilemediğini düşündüğü çok olurdu. Anlaşılmaz bir nida çıktı titrek dudaklarının arasından. Geceyi, yağmuru sevmesi üşümesine engel değildi. Sesi damlaların arasında yitip gitti ve geceye karıştı. Haklı çıkmıştı yine, ayakları ıslanmış ve üşümüştü. Ama aldırmıyordu. “Keyfim yerinde!” dedi ve ağzını yayarak güldü. Güldüğü belli olmuyordu sakallarından.

Denize inen yokuştan su daha hızlı akıyordu denize kavuşmak için. Lacivertten siyaha dalgalanan deniz, gecenin bu saatinde koynuna almaya razıydı her geleni. Bundan memnun muydu bilinmez ama itiraz da etmiyordu. Adımlarını hızlandırdı yokuşu inerken. Çocukken yaptığı gibi kollarını sallayarak aşağı doğru koştu, boş sokakta. Bir yanıp bir sönen sokak lambası, hızla düşen damlaları bir aydınlatıyor, bir karanlığa gömüyordu. İnsanda o damlalar gibiydi aslında. Biraz aydınlık, biraz karanlık…

Dar sokak, geniş caddeye varınca, plastik dubalarla ikiye bölünmüş yoldan geçen arabalar, karanlığı birer hançer gibi delerek geçen farlarının arkasından sabit hızla gidiyorlardı.

Yavaşça karşıya geçti adam, su birikintilerinden kaçmaya çalışarak.

Doldurulan sahil şeridine, her yere olduğu gibi beton dökülmüştü. Betonun ucuna gelip, çırpınan denizi izlemeye başladı büyüyen dalgalara aldırmadan. Dalga ve yağmur sesinin düetine bıraktı kendini.

Çocukluğuna gitti. Ailesiyle yaşadığı ve bol yağmur alan küçük şehir, sırtını tepelere dayamış, her daim pis, hep umutvar, siyaha boyanmış yokuşlar kentine. Alçak tavanı küflenmeye yüz tutan kontrplakla kaplı, küçük pencereli, tek odalı, hep sıcak evde hiç üşümezdi. Babasının yaktığı sobada ekmek kızartıp, yağlayıp yerken, eski çatıya düşen yağmuru dinlerdi. Bir şimşek çaktı ve sonra gök gürüldedi. Gözlerini açınca kendini gülmekten alamadı. Bir şimşek daha yardı geceyi. Şehir bir anlığına aydınlandı ve yine sadece yapay ışıklara bıraktı geceyi. Üçe kadar sayınca gök gürülderdi çocukken. “Hala öyle mi?” diye sordu kendine, “denemesi bedava.” Bir, iki, üç…

Gök gürlemesiyle cebine soktuğu ellerini çıkarıp, birbirlerine sertçe vurarak kahkahayla gülmeye başladı. Soğumuş elleri acıdı. Ne o evdeydi, ne soba yanıyordu odanın köşesinde, ne de babası vardı. Ama hala o çocuktu. Hayatta böyle anlar çok sürmüyordu. Onunda kahkahası soldu. Ellerini cebine soktu. Omuzları düştü. Daha yolu vardı. Şehrin içine doğru yürümesi gerekiyordu. Sahilden bir süre daha yürüyebilirdi. Sahilin kayalık kısmına kurulmuş, derme çatma küçük kulübeler de kediler sinmişti. Parlayan gözleriyle dışarı bakıyorlar, belli ki yağmurun dinmesini bekliyorlardı. Yürümeye devam etti. Yağmur biraz azalsa da hızla yağmaya devam ediyordu. Sahilden ayrılıp,  kenarlarında muntazam budanmış şimşir ağaçları olan dar kaldırımlı yola girdi. Gece güzeldi. Yağmur ve boş sokaklar onu memnun ediyordu ama sabah olacaktı. O anda bir ambulansın parlak ışıkları ve çığlığı sakin sokağı yalayıp geçti. Yağmurda dinecekti. Sokaklar, caddeler ve meydanlar azgın, bencil, cahil insanlarla dolacaktı. Şehre ait kokular yayılacaktı. Bu düşüncelerden memnun olmadı. Derin bir nefes aldı. Soğuk hava ciğerlerini yaktı. Eliyle seyrek saçlarını geriye doğru yatırıp adımlarını biraz daha hızlandırdı. Yorulmuştu. Yıllardır onu taşıyan ayakları artık bu duruma direniyor gibiydi. Yılların türlü yükler yüklediği omuzları düşmüş ve ince kolları sanki daha güçsüz görünüyordu. Sevmediği ve asla ısınmayan evine gitmeliydi. Yine aynı boşluğa düşmüştü. “Olmaz!” dediği adamı unutmuştu bile. Belki de ilk kez aklında koca bir boşluk vardı. Hep kaçtığına sıkı sıkıya sarılmanın dayanılmaz hafifliği onu sarmıştı.

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?