“KİMLİK MESELESİ- İZZET BAŞKOMİSER MACERASI”

  • 02/01/2024
  • 134 Görüntülenme
“KİMLİK MESELESİ- İZZET BAŞKOMİSER MACERASI”
Eray AkgülEray Akgül

Adam yerde yatıyordu. Sanki öylece atılmış gibiydi. Başı geriye olabildiğince yaslanmış, bacakları ayrılmış ve bir kolu altında kalmıştı. Zehra, Olay Yeri İnceleme ekibiyle beraber cansız bedeni incelemekle meşguldü. Adamın kalbinin üzerine gelen yeri yırtılmış, kırmızıya boyanmış siyah tişörtü toza bulanmıştı.
Durmaksızın akan trafiğin içinde, sağa sinyal vererek yavaşça emniyet şeridine yanaştı başkomiser. Otoyolun kenarında yükselen, sonradan toprak doldurularak yükseltilmiş tepeciğe baktı. Sabah saatleri olmasına rağmen oldukça sıcaktı. İlerleyen her dakika sıcak katlanarak artıyordu. Başkomiser aracın klimasını pek açmazdı ama bu durumda başka çaresi kalmamıştı. Arabanın serinliğinden indiğinde, güneşin yakıcı ışınları ok gibi saplandı başkomiserin vücuduna. Tepeye baktı. Hepsi genç olan ve askeri tabur gibi sıralanmış ağaçlar hep hüzün verirdi başkomisere. Doğada böyle bir düzen yoktu. Hayat gerekli şartları nerede bulursa orada yetişirdi. Bu ağaçlar, olsa olsa esir olabilirlerdi, sırf geçenlerin gözlerinden arkalarında yaşanan fakir hayatları saklamak için dikilmişlerdi. Afrika’da yaşayan kölelere, kendi yurttaşları tarafından işkence edilmesi gibiydi.
Tepeye göz gezdirirken, güneşten korunmak için elini gözüne siper etti. Çok yüksek geldi mesafe. Başka çaresi yoktu, olay mahalline giden tek yol burasıydı. Tırmanmaya başladığında ayağının altında kayan toprak ve ağaçlardan dökülen pürlerden ayağı kayıyordu. Birkaç adımda bir küçük ağaçların ince dallarına tutunarak dengesini sağlıyordu. Tepeye vardığında, üzerindeki açık renk gömleği sırılsıklam olmuştu. Az ileride şeritle ayrılmış cinayet mahallini gördü. Zehra her zamanki gibi işine konsantre olmuştu. Özensizce topladığı saçları, bol kadife pantolonu ve sırtına tam yapışan damalı sırt çantasıyla bu tombul kız gerçekten çok güzeldi. Başkomiserin her zaman arzu ettiği ama asla sahip olamadığı kızı gibiydi. İçten içe böylesi tehlikeli bir iş yapması da onu rahatsız ediyordu. Sonunda, “o bir birey ve istediği işi yapabilir” diyordu.
“Kolay gelsin!” dedi başkomiser. Sesi Zehra’yla alakalı düşüncelerinden dolayı oldukça naif çıkmıştı. Karşısındaki manzara bu tür davranışları kaldırmazdı.
Zehra başını sese doğru kaldırınca, güneş ışınları yüzüne vurdu. Elini siper ederek, “hoş geldiniz başkomiserim” dedi.
“Elimizde ne var?” başkomiser direk söze girdi.
“Başkomiserim” dedi Zehra” uyuşan bacaklarına inat kalkarken. “Yusuf Kamaş. Kalbine aldığı tek darbeyle ölmüş. Yaraya bakılırsa büyük bir bıçak.”
“Cinayet aletini bulduk mu?”
“Arıyorlar” dedi Zehra, eliyle sahada çalışan polisleri göstererek.
Başkomiser etrafa göz gezdirdi. “Kamera var mı?”
Maktulün yattığı yerin on metre kadar gerisinde bir ahşap işleme fabrikası vardı. Başkomiser eliyle fabrikayı gösterdi.
“Fabrikanın girişinde var. Başka kamera yok. Dışarıdan bakabildiğimiz kadarıyla.”
“Burada çalışan yok mu?”
“Pazar başkomiserim bugün, kapalı. Evi yakınmış almaya gittiler.”
“Kim bulmuş peki cesedi?”
“Sabaha karşı hurda toplayan yaşlı bir adam. İfadesini aldılar, bir şey yok.”
“Murat ve Celil nerede?”
“Bekçiyle konuşmaya gittiler.” Zehra’nın işine dönmek istediği çok belli oluyordu.
Başkomiser cesedin başına eğildi. Henüz genç bir adamdı. Kalbindeki yaraya yakından baktı, çok derindi. Göğsünden akan kan güneşte parlıyordu. Bütün bunlar olurken, hava sıcaklığı birkaç derece artmıştı sanki.
Zehra eline aldığı delil poşetini sallayarak, “başkomiserim, bu vardı birde. Maktulün yarasının üzerindeydi.”
Poşetin içinde, ikiye ayrılmış bir kimlik kartı vardı. “Bıçakla kesilmiş sanırım” dedi başkomiser.
“Öyle görünüyor. Sizce ne anlama geliyor?”
“Kimlik, insanın var olduğunun kanıtıdır. Her şey olabilir. Adamın kimliğine dair bir ayrıntı için öldürmüş olabilir. Bakacağız.” Başkomiser eliyle sen devam et dercesine bir hareket yaptı.
Zehra işe dönerken karşıdan, Celil ve Murat geldiler. İkili soluk soluğa kalmışlardı. Celil ilerleyen yaşından, Murat ise düzenli bir ilişki yaşamaya başladığı için kilo almaya başladığından. Bir kadına kendini emanet eden erkek mutlaka kilo alırdı. Murat elindeki üç sudan birini başkomisere uzattı. İkincisi Zehra’nın, sonuncu ise kendinindi. Soğuk su şişelerinin dışı buğulanmıştı. Celil kısa selamlaşmadan sonra söze başladı.
“Bekçi bir şey bilmiyor. Sabaha karşı biraz uyurmuş. Uyanmış kontrollerini yapmış ve kilitlemiş evine gitmiş. İçerideki kamerada görüntüler varmış.”
“Nasıl bekçi bu adam?” diye başkomiser sordu.
“Adam yaşlı. ‘Buralarda hareket olmaz’ diyor. Patronu da karışmıyormuş zaten.”
“Anladım” dedi başkomiser. Olay yerini panoramik olarak gözden geçirdi ve iç çekti. “Toplantı varmış, ona gidiyorum.”
“Pazar günü?” diye sordu Celil, “hayır mı?”
“Hayrı mı kaldı bu işlerin Celil. Ülkede sürekli her şey değişiyor. Sürekli farklı düşmanlarımız var.”
Başkomiser Zehra’yı yanına çağırdı. Ekip bir araya toplanmıştı.
“Kızım” dedi başkomiser. “bu kişinin ailesine ulaşalım, konuşalım. Sosyal medya hesaplarını inceleyelim. Takıştığı biri var mı? Özel hayatında bir sıkıntısı falan.” Celil’e döndü. “Siz kameralara bakın. Etrafta dolanın. Evlerle, yakındaki esnafla konuşun. İşiniz bitince Zehra’ya yardım edin.”
Ekip görev paylaşımından sonra dağıldı.
Günler geçmişti. Olayla alakalı ilerleme olmamıştı. Cinayet aleti de bulunamamıştı. Maktulün karısı bir şey saklıyor gibiydi ama kocasının ölümüne böyle reaksiyon veriyor da olabilirdi. Aile ise sessizdi. Katili kendileri cezalandırmak ister gibi bir halleri vardı, tabi açık etmiyorlardı. Bu arada maktulün arabasına da ulaşamamışlardı. Adam evden arabasıyla çıkmıştı ve ortalıkta araba yoktu. Her soru cevapsızlığa, her çözüm çözümsüzlüğe ulaşıyor, sorgular suskunlukla sonlanıyordu.
Mesai bitmek üzereydi. Ekiptekiler masalarının başında çalışıyorlardı. Kapı çalındı sessizce. “Gir!” dedi Celil. Dağınık sakalları yer yer beyazlamış, özensiz kısa kesim saçları hemen göze çarpan, iri yarı, kilolu bir adam içeri girdi.
“Buyurun” dedi Zehra.
Adam görünüşüne nazaran ince bir sesle, “merhaba” dedi.
“Merhaba” dedi Celil.
“Ben” dedi adam ve yutkundu. Konuşmaya çalıştı, olmadı. Gözlerinin etrafındaki derinleşen çizgilerde o zaman ortaya çıktı. Derin bir nefes alsa da yetmedi. Tekrar nefes aldı. “İtirafta bulunacağım!” dedi.
*******
Kilolu adam sorgu odasında ne kadar oturduğunu hesaplamamıştı. Biran evvel yok olmak istiyordu. Tek eli kelepçeyle bağlanmıştı. Sessizce otururken, dizinin birini istemsizce sallıyordu. Kapının açılma sesiyle kendine geldi. İçine düştüğü boşluktan sıçrayarak çıktı. Başkomiser adama baktığında, derinlerde bir huzur fark etti. Elindeki dosyayı masaya bıraktı. Cebinden anahtar çıkarıp kelepçeyi açtı. “Rahat ol” dedi. “Bir şey ister misin?”
“Su” dedi adam, “ama çok olsun.”
Bir sürahi su geldi.
“Anlat” dedi başkomiser adam bir bardak suyu içtikten sonra.
“En başından mı?”
“Evet” dedi başkomiser, “ne kadar geriden başlarsan o kadar iyi.” Adamın yüzündeki ifadeyi çözmeye çalışıyordu. Çok zordu. Bir huzur vardı evet ama adam allak bullak görünüyordu. Suçluluk, pişmanlık ve bir çocuk telaşı.
“Abi” dedi adam. Normalde, ‘başkomiser’ diye düzeltirdi tecrübeli polis ama demedi. Adama gereğinden fazla müsamaha gösteriyor olabilirdi. Şuan bir şey bilmiyordu ama karşısındaki adam, borç için birini öldüren sıradan bir katile benzemiyordu. Adam devam etti. “Ben bir kızı çok sevdim. Canımı verirdim onun için ama…” sesi çatallandı. Titreyen eliyle suya sarıldı. Bir dikişte bitirirken nefessiz kaldı. Adam suya kurtarıcı olarak sarılmıştı.
“Sahip çıkamadım. Korktum. Kaçtım ve…” durdu. Sağa baktı sola baktı devam eti. “Ayrıntıya girmeyeyim. Velhasıl ayrıldık. Ayrıldık dediysem kaçtım. Aylar sonra bir telefon geldi. O güne kadar o kadar özlemiştim ki…” hıçkırmaya başladı. Başkomiser hiç karışmadı. Adam kendine gelince, “sesini duydum. O kadar mutlu oldum ki…” adamın yüzünde ilk defa net bir ifade vardı, mutluydu. “’Hayatımda biri var, benden duy istedim’ dedi.” Yine suya sarıldı. Sürahiyi zorlukla kavrayıp bardağa boşalttı. Bir süre durdu. “Amiri, özür dilerim randımanlı konuşamıyorum.”
“Rahat ol” dedi başkomiser, eliyle devam et işareti yaptı.
“Sonunda evlendi. Suçtur belki ama sık sık evlerinin yakınına gidip, görebildiğim kadar onu izledim. Balkonu süpürüyordu bir gün o zaman gördüm, ona aldığım kolyeyi takıyordu hala. Bütün suç benim. O bir melekti.
Adam durdu. Hıçkırarak, sarsılarak ağlamaya başladı. Nefesi kesiliyor, derin ve kesik nefesler alıyor, titriyor, kusacak gibi oluyordu. Başkomiser eliyle işaret ettiğinde, izleyen Zehra, ‘sağlıkçılar hazır olsun’ demek istediğini anladı. Adam kıpkırmızı gözlerini başkomisere dikti. Bunları ilk kez anlattığı belliydi. Öylece durunca, adam biraz sakinleşti.
“Bekliyordum. Sesini duymak için. Arasa diye gözümü telefondan ayıramıyordum. Hayatına karışmak istemesem de bu bana çok ağır geliyordu. Bunlar hep benim suçum. Kız beni yıllarca bekledi.”
“Madem bu kadar seviyordunuz birbirinizi…” başkomiser bir süre durdu. Sorgu değil dertleşmeydi. “Neden evlenmedin kızla?”
“İşte bu yüzden kendimi affedemedim. Evleneceğini öğrendiğim gün çok içmiştim. Arabanın içindeydim. Yanına park ettiğim kaldırım taşında bira şişesini kırdım. O an kendimi öldürmek istedim. Sevdiği kızı başkasına eliyle vermiş bir adamdım.” Adam durdu. “Beceremedim. Amirim, hiç korkmadım inan bana… Neyse, baya zaman geçti. Ben ölü gibi yaşıyordum. Yemek yiyemiyordum, çalışamıyordum, gülemiyordum. Bir sabah telefon geldi. Ağlıyordu. Onun ağlamasını çok duymuştum. Bana ağladıklarına benzemiyordu. ‘Ne oldu?’ diye sordum, ‘Eziyet ediyor bana’ diyebildi. ‘senin yüzünden’ dedi ardından. Telefonu kapattım. Delirdim. Ne yapmam gerektiğini düşündüm. Sonra evlerini takip etmeye başladım. Kocasını ilk kez o zaman gördüm. O kadar zaman evi izlemiştim ama kocasını görmedim, ya da görmek istemedim. Sabahları arabasıyla işe gidiyordu. Leşini bulduğunuz yere çok uzak değil. Bu arada arabasını aşağıdaki dereye attım. Sonra o mevkii kontrol ettim. Kameraların yerlerini tespit ettim. Plan yaptım. Bir sabah planımı uygulamaya karar verdim. Belirlediğim yerde arabasına arkadan yavaşça çarptım. Beraber indik. Ben dinliyordum. Etrafı kontrol ettim. Sabahın erken saati ve hafta sonu olduğu için kimse yoktu. Bıçağı gömleğimin yenine saklamıştım. O bana bağırıp arabayı gösterirken, ben aniden yanına vardım ve bıçağı göğsüne sapladım. Hiç düşünmeden. Merhamet göstermeden. Düşmesin diye tuttum. Titriyordu, bir şeyler mırıldanıyordu. Sırtıma aldım ve bulduğunuz yere taşıdım.”
“Kimliği neden kestin?”
“Leşi yere bırakınca cebinden kimlik düştü. Elime almadan baktım. ‘Evli’ yazıyordu. Çok zoruma gitti. Bir ölüyü delicesine kıskandım. Bıçakla vurdum ve ikiye ayırınca kalbinin üzerine bıraktım.”
Sessizlik oldu.
“Pişman mısın?” başkomiser cevabı biliyordu.
“Pişman değilim” dedi.
Başkomiser kendilerini kaydeden kamerayı kapatmadan önce, “demek istediğin bir şey var mı?”
“Yok” dedi.
“Şimdi ne olacak farkında mısın?” başkomiser kamerayı kapatmıştı.
“Amirim” dedi ifadesizce, “ben zaten kendimi yargıladım. Sizin veremeyeceğiniz cezaları verdim kendime. O adamı öldürmek istemezdim. Ben katil değilim. Mutlu olsalardı bunlar olmazdı. Kendi hapishanemde yaşıyordum zaten. Benim için fark etmez.”
“Zor çıkarsın içeriden.”
“İnan amirim beni daha derin bir zindana atamazsınız.” Adam bir süre durdu. “Neden teslim olmakta geciktim biliyor musunuz?”
“Neden?”
“Onu gördüm. Hayatını garantiye aldım. Beni sevdiğini, ne kadar özlediğini gördüm güzel gözlerinde. Öldürdüğümü söylemedim tabi ki. Bunlar aramızda kalabilir mi?”
Başkomiser bir şey demedi. Adam bu konuşmanın aralarında kalacağını anladı. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Bu kez kendini tutmadı.
Başkomiser odadan çıkınca, kendilerini seyreden Zehra ve resmi üniformalı polise, “karışmayın adama, ne zaman sakinleşirse o zaman sevk edin” dedi.
Memur sessizce başını salladı. Adam bir daha kızı göremeyeceği için ağlıyordu.

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?