“KAYBEDENLER GECESİ”

  • 30/10/2023
  • 198 Görüntülenme
“KAYBEDENLER GECESİ”
Eray AkgülEray Akgül

Gece adeta bıçağını sessizce bileyen bir katil gibi sakindi. Kocaman bulutların arasından bir yanıp bir sönen yıldızlar, bir şeylere hazırlık yapıyordu.

Soğuk havayı ciğerlerine çekip usulca verirken ağzından çıkan buhar geceye karışıyordu. Hiç sigara içmemişti. Çocukken sigara içme oyunu oynarlardı böyle havalarda. Ağzından çıkan buhara adeta delicesine gülerdi arkadaşlarıyla. Sonra o kadar ağız dolusu bir daha gülmedi.

Montunun içi yünlü cebine soktuğu ellerinden birinde gece kadar soğuk bir çakı kapalı vaziyette duruyordu, ısınamayan elinin içinde.

Sinir, heyecan ve korku sarmalının içinde ağzından çıkan buhar kadar değersiz hissediyordu kendini. Öyle ya harcanmıştı bir kalemde, değeri yapıldığı metalden daha ucuz olan bir bozuk para gibi.

Her şeyini kaybetmişti. Eşini, işini, doğmamış çocuğunu ve sonunda kendini. Bir fırtınanın gözündeymişçesine, etrafında dönen ışıklara, seslere ve acılara hep sessiz kalmış ve sonunda fırtına onu da almıştı içine.

Uzun süre kimsenin okuyamayacağı bir not yazmıştı. Üstelik dilbilgisine zerre dikkat etmeden… “de-da” ayrımını bile yapmamıştı. Notu bulan “nasıl yazarmış lan bu?” diyecek olmasını hiç umursamadan hatta bundan zevk alarak yazmıştı notu.

“Ben ölüyorum ama bunun hesabını soracam”  diye başlıyordu not.

Uzun parktan geçtikten sonra, hep birbirinin aynısı sokaklardan geçerek ve özellikle kameralara yakalanarak, zaman zaman el sallayarak ve hatta cebindeki bıçağı sallayarak yürüyordu.

“Yaşarken kimse ciddiye almadı bari öldükten sonra polisler benimle meşgul olsun” diye düşünmüş ve bu düşünce bilhassa hoşuna gitmişti.

Daha da soğuyan havaya rağmen üşümüyordu. Montunun önünü açıp rüzgârı göğüsledi. Hiç yapmazdı bu gibi davranışları. Hep olması gerektiği gibi davranan, sürünün hep ortasından yürüyen, ne yapılması gerekiyorsa onu yapan ortalama biriydi.

Yaklaştıkça heyecanı artıyor ve eylemini gerçekleştirme noktasında tereddütte düşüyordu. Ama yapmazsa kameraları izleyen hiç kimse onu yine ciddiye almayacaktı.

Çok iyi bir plan yapmıştı. Zaten sadece plan yapmıştı bu yaşına kadar ama hayata geçirmeye cesaret edememişti. Her şey yolunda giderse yazdığı yazılar yarın medyada yer alacaktı. Hatta öldükten sonra kitapları bile satardı, kim bilir. Bu düşünce çok hoşuna gitmişti. Bu sefil durum onun halini gösteriyordu.

Cebinden anahtarı çıkarıp kapıyı açtı. Kapının açılma sesi geceye karıştı. Demir kapıyı açtıktan sonra üzerinde çeşitli yazılar ve banka reklamları olan cam kapıyı açtı. Cam kapının üzerindeki banka reklamlarından birindeki banka, borcu dolayısıyla onu arayıp borcunuzu ödeyin diyordu sürekli. Bıçağını çıkarıp reklamı kazıdı.

Adam açılmış kanepede hareketsiz yatıyordu. Ayakları battaniyeden çıkmış adam, sessizce nefes alırken elinin biri yatağın kenarından sarkmış, diğeri ise başının altındaydı.

Kaba, düşüncesiz ve halden anlamaz adam ilk defa gözüne masum görünmüştü.

İçerisi sıcaktı, ya da öyle hissediyordu. Ağzı kurudu.

Az önce açtığı bıçağı aralık gelen ışıkla parlıyordu. Bıçağı elinde ters çevirip adamın yattığı kanepeye doğru ilerledi. Her adımda amacına yaklaşıyordu. Çok plan kurmuş, adım atmış ama hiç başaramamıştı.

Artık durmak zamanı değildi. O asla eski, kaybeden adam olmayacaktı. Kaybederse bile adam gibi kaybedecekti.

Bıçağı kaldırdı ve tek hamlede adamın göğsüne sapladı. Derin uykuda olan adam bir sarsıntıyla son nefesini verdi ve bir daha uyanamayacağı uykuya daldı.

Kendini şimdi çok güçlü hissediyordu. Hiç bu kadar iyi hissetmemişti. Can almak bir faninin işi değildi ona göre.

Kırılan kemikler, yarılan et ve parçalanan dokulardan çıkan ses, bıçağı çekerken gecenin içine yayıldı. Kanlı metali gömleğine sildi. Bu planın bir parçasıydı. Cebinden küçük bir plastik kutu çıkarıp adamın kanına buladıktan sonra komodinin üzerine bıraktı.

Damarlarına pompalanan adrenalin, gecenin ilerleyen saatlerinde onu adam akıllı canlandırmıştı. İlk kez kullanılan bıçağın bir işi deha vardı.

**********

“Anlat” dedi Celil karşısındaki kırlaşmış bıyıklı, saçları dökülmüş yaşlı adama. “Ne olmuş burada?”

“Geldiğimde kapı açıktı. Tahsin kapıda yatıyordu. Önce anlayamadım sonra kapıdan içeri girdim Levent kanepede yatıyordu. Kanlar içindeydi.”

“Tanıyorsun maktulleri yani.”

“Tabi” dedi adam yüzü allak bullak olmuştu. “Tahsin ve Levent… Kapının önünde yatan Tahsin… İçerideki Levent.”

“Kim bunlar?”

“Tahsin burada çalışır. Levent patrondur. Hırdavat işi yaparlar.”

Beyaz Accent’ten inen İzzet Başkomiser, olay yerini çevreleyen şeridin altından geçerken başıyla Celil’e selam verdi.

“Sabah sabah ne manzara ama” diye geçirdi içinden. Bileğinden akan kanın bütün vücudunu kaplamış orta yaşlı bir adam ve onun yanında Celil ve karşısında yaşlı bir adam. Soğuk kış sabahı görmek istenecek en son manzara bile değildi.

Dükkânın içinden Zehra ve Murat aynı anda dışarı çıktı ve sorguladığı adamı yanından uzaklaştıran Celil ve az önce gelen İzzet Başkomiser yan yana geldiler.

“Ne olmuş burada?” dedi Başkomiser.

“Başkomiserim” dedi Zehra “içeride göğsünden bıçaklanmış bir adam var. İki ceset var elimizde. Tahsin Göllü, intihar etmiş gibi duruyor. Katil Tahsin. İçerideki Levent Güler’i öldürmüş ve kapının önünde intihar etmiş.”

“Evet” dedi Celil.

“Ne garip bir cinayet bu? Ne var elimizde?” başkomiser sormuştu.

“İlk bulgular şöyle” dedi Murat, “Levent Güler buranın patronuymuş. Tahsin Göllü’de işçi. Tahsin’in cebinden bir sürü fatura ve icra kâğıdı çıktı. Anladığımız kadarıyla bu durumdan patronunu sorumlu tutuyormuş.”

“Adam direnmemiş mi?”

“Hayır, Başkomiserim” dedi Zehra, “öyle bir bulgu yok ama bence uyku ilacı kutusunun komodinin üzerine bırakılmamasının sebebi bu.”

“Adam kendi içmiş olamaz mı?”

“Sanmam” dedi Celil , “çünkü az önce konuştuğum adam, saat ona kadar dükkânın açık olduğunu, Tahsin ve Levent’in de burada olduklarını söyledi. Dükkânı kapatmadan beraber çay içmişler ve Tahsin çıkmış çayları verdikten sonra. Adam biraz daha kalmış. Levent uykusunun çok geldiğini söyleyip dükkânı kapatmış.”

“Yani Tahsin ilacı patronunun çayına koymuş, sonra gitmiş. Gece gelip cinayeti işlemiş öyle mi?”

“Öyle görünüyor.”

“Peki, bu adam neden dükkânda yatıyormuş?”

“Maalesef oda iflasın eşiğindeymiş. Karısı evi terk etmiş. Evini satmak zorunda kalmış. Üç aydır dükkânda yatıyormuş. Tahsin’le çok kavga ederlermiş.”

“Boktan hayatlar desene.”

“Öyle Başkomiserim.”

“Üstelik” dedi Zehra elindeki delil poşetini göstererek “Tahsin bir yazarmış. Son parasıyla kitap yayınlatmış. Telefonuna baktım. En son giriş yaptığı site yayınevinin yazar hesabı açıktı. Az bir satış görünüyor.”

“Anladım” dedi Başkomiser, “Savcı geliyor mu?”

“Evet” dedi Murat.

“Toparlayın burayı, dosyayı hazırlarsınız. Siz yine de her şeyi en ince ayrıntısına kadar inceleyin.”

Başkomiser uzaklaşmadan önce, kanepede yatan adamın yanına gidip, adamın yarasına baktı. Çok derine saplanmıştı. Odaya bir göz attıktan sonra kapının önünde yatan sabah soğuğundan daha soğuk olan adamın kesik bileğini inceledi. Acemice kesilmiş damarı gördü. Adam korkmuştu keserken. Her yerde kan vardı.

Kaybedenlerin geçidi vardı, türlü malzemeyle dolu rafların kapladığı soğuk hırdavat dükkânını.

Kendini yok eden bir hikayenin, adları mühim olmayan kaybedenlerin sonları sergileniyordu, kalabalıklaşan sokağın girişinde. Spotlarla aydınlatılan sokağın daimi misafirleri, bezgin polislerin rutini ölümün kendine has kokusu…

Başkomiser uğultuların yükselmeye başladığı sokağın karşı kaldırımına geçip hırdavatçıya baktı. Ceketinin yakalarını kaldırdı. Üşümüştü. Kasvetli sokağı izlerken, bacağında hissettiği küçük bir temasla irkildi. Eğilip baktığında bacağına sürtünen yavru kediyi gördü. Ve onun kendisine diktiği umudu müjdeleyen gözlerini. Eğilip yumuşak tüylerini okşarken, yaşanması gereken hayatları düşündü. Usulca kucağına aldı yavru, sarı kediyi. İçi ferahlamıştı.

“Senin adın Aziz olsun bundan sonra” dedi kediye.

Arabasına doğru giderken daha neler göreceğini merak ediyordu.

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?