Aralarında neredeyse bir asırlık zaman ve nesil farkı bulunan iki jandarma çavuşun hayat hikâyesini daha önce hiç duymuş muydunuz? Bu mukaddes vatan evlatları, öz benliklerindeki inanç, emel ve fikir birliği ile canlarından aziz bildikleri vatanlarının istikbâli uğruna gazilik mertebesine erişmişlerdir. Ömrünün sonuna kadar bacaklarından mahrum kalarak yaşamlarına devam etmek mecburiyetinde kalan kahramanlarımız, karşılaştıkları tüm zorluklara rağmen metin olmayı bilerek maneviyatlarını ömürlerinin sonuna dek muhafaza etmeyi başarmışlardır.
Yaklaşık bir asır önceki bir dönemde hayatını sürdürmüş olan şanlı Mehmetçik Ali Çavuş aslen Muğlalıdır. Gençliğinin ilk ateşli yıllarında düşman işgaline karşı teşkil edilen Kuvayımilliye safhalarında kahramanca çarpışmıştır. Daha sonra düzenli ordunun kurulması ile çavuş rütbesiyle Kurtuluş Savaşı’nda Gazi Paşa ile birlikte omuz omuza Sakarya Meydan Muharebesi’ne iştirak etmiştir. Muharebe esnasında düşmanın topçu atışlarının vücuduna isabet etmesi neticesinde yaralanarak iki bacağını kaybetmiştir.
Ankara ilinde hâlen hayatını sürdüren Muharip Gazi Mehmet Çavuş ise aslen Mardinli olup 1996 yılında askerlik vazifesini yapmak üzere jandarma er olarak tertip edilmiştir. Acemi erliğini İzmir/Foça Jandarma Komando Okul Komutanlığında yapan Mehmet Çavuş’un komando eğitiminde göstermiş olduğu gayret ve başarı komutanlarının gözünden kaçmamıştır. Tüm eğitim ve atış talimlerinin hakkını vererek çavuş rütbesi almış ve usta birliğine jandarma komando olarak dağıtımı yapılmıştır. Ülkesinin doğusunda gerçekleştirilen terörle mücadele harekâtlarında bölücü terör örgütü mensuplarına karşı etkin bir silahlı mücadeleye girişmiştir. 1997 yılının Haziran ayında yine başarılı geçen bir operasyon dönüşünde terör örgütünce kalleşçe döşenen bir mayının patlatılması sonucu ağır yaralanarak iki bacağını kaybetmiştir.
Kaderleri birbirlerine oldukça benzeyen bu kahraman gazilerimiz, hayatları boyunca düşünülenin aksine kendilerini oldukça şanslı addetmişlerdir. Çünkü Büyük Kumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa ile birlikte omuz omuza şanla, şerefle savaşmaya nail olmuş olan Ali Çavuş, uğruna iki bacağını feda ettiği vatan topraklarının düşman işgalinden kurtuluşunu kendi gözleriyle görebilmişti. Çağdaş, laik ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına da yine yakinen şahitlik şahsına mahzar olmuştu. Bahsini geçirdiğimiz diğer gazimiz Mehmet Çavuş ise tedavi olduğu TSK Rehabilitasyon ve Bakım Merkezinden birazdan hareket ederek şeref konuğu olarak davet edildiği Cumhuriyet’in 100. Yılı kutlamalarına şahitlik etmeye hazırlanıyordu. Kalbi aynı Ali Çavuş gibi heyecandan küt küt atıyor ve atalarından emanet aldığı bu vatanın en mutlu ve en huzurlu gününde bir asker olarak kendisine verilen görevi başarı ile yerine getirmiş olmanın haklı gururunu, tekerlekli sandalyesinde de olsa da içi övünçle dolarak coşkuyla hissedebiliyordu.
İki gazi de belki bu dünyada bedenen yarım kalmış insanlardı. Ama gönülleri saf bir huşu ile tarifi kelimelerle ifade edilmeyecek kadar tatlı bir hissiyat ile doluydu. Bu yoğun duygunun yerini dünya üzerindeki hiçbir güzellik dolduramazdı. Onlar için atalarından şereflice teslim aldıkları bu kutsal emaneti, kendilerinden sonraki nesillere devretmekten daha mühim ne olabilirdi ki?
Şimdi ifade edeceğim bu sözleri, müsaadelerinizle ülkemizdeki tüm dalkavuklara, tüm başıbozuk kansızlara ve tüm “her şeyin en iyisini ben bilirimci” hainlere söylemek istiyorum.
“Bu vatan öyle sizin düşündüğünüz veya tahayyül ettiğiniz gibi kolay şartlar altında rahatça kazanılmadı. Aksine bu Cumhuriyet, imkânsızlıklar içinde cefakârca mücadele eden atalarımızın kanıyla, canıyla ve içi iman dolu göğüslerini düşmana korkusuzca siper ettikleri bedenleriyle kazanıldı. İçimizdeki bu mukaddesat ile değil yüz yıl, binlerce yıl geçse dahi ATATÜRK’ün gösterdiği hedefte vatan denen bu kutsal emaneti sonsuza kadar muhafaza edeceğimizden asla şüpheniz olmasın! Ne mutlu Cumhuriyetimizin 100. yılını onun faziletlerini ve değerini bilerek coşkuyla kutlayabilenlere!”