Yüzüne kapanmış örtüyü kaldırdı başkomiser. Uzun bal rengi saçları karışık ve ıslak, renksiz yüzü hafif yana yatmıştı.
“Kim bulmuş?” diye sordu.
“Başkomiserim” dedi Zehra burnunu çekerek. “Balık tutan bir adam bulmuş.”
“Konuştunuz mu adamla?”
“Konuştuk, sabah erken gelmiş kayaların arasında bulmuş cesedi.”
“Çok gençmiş” dedi başkomiser. “Kimliği belli mi?”
“Hayır” dedi Zehra.
Çok gençti, üzerindekiler sırılsıklamdı. Örtüyü iyice açtı, çıplak tek ayağının parmaklarında mavi ojeler, yer yer dökülmüşse de hala duruyordu. Diğer ayağında renkli bir spor ayakkabı vardı. Ayağa kalktı başkomiser. Bir adım uzaklaşıp yerde yatan genç kıza gözlerini dikti. Mor dudakları hafif aralıydı. Karnının yan tarafında bir yara vardı. Bir bıçak olmalıydı. “Bu yaşta, kim öldürür bu kızı?” diye geçirdi içinden. Tekrar eğildi bileklerinde yaralar vardı.
“Bağlanmış” dedi Celil’e bakarak.
“Evet” dedi Celil başkomiserin yanına eğilerek. “Önce bağlanmış sonra bıçaklanmış”
“Nasıl bir bıçak?”
“Görünüşe göre mutfak bıçağı” dedi Celil, kızın ayağını işaret ederek. “Birde şu var, ayağından da bağlanmış. Tek ayağından.”
Uzandı ve kızın yeşil pantolonunu yukarı çekti. Ayak bileğinde de bir iz vardı.
“Sanırım” dedi başkomiser derin bir nefes alırken. “Ayağına ağır bir şey bağlamışlar ama bir şekilde çözülmüş düğüm ve kız batmamış. Sonrada buraya vurmuş.”
“Ayağından bir yere bağlanmış olabilir.”
“Olabilir” dedi başkomiser üzgündü.
İki emektar polis ayağa kalktı. Yerde yatan gencecik kızın erken biten hayalleri sanki omuzlarına çökmüştü. Her ölüm erken derlerse de bu çok erkendi. On sekizindeydi ancak. Serin havayı içine çekti.
Deniz kıyısına gelen insanlar, çekilen şeridin arkasından olayı izliyorlardı. Aralarında yaptıkları yorumlar her zamanki gibi zırvadan öteye geçemiyordu.
“Murat!” diye seslendi başkomiser.
Deniz kenarında delil arayan Murat koşarak başkomiserin yanına geldi.
“Buyurun başkomiserim.”
“Evlat” dedi başkomiser eliyle ilerideki balıkçı barınağını göstererek. “Barınağa git ve oradaki tecrübeli balıkçıları buraya çağır.” Elindeki nitril eldiveni çıkarıp cebine attı.
“Emredersiniz başkomiserim” dedi Murat uzaklaşırken.
Başkomiser ve Celil’in yanına Murat’la beraber iki adam geldi. Adamlardan biri, bir güreşçiye benziyordu. Dağınık, sarıya çalan saçları ve sakalları vardı. İri ellerini göbeğinde birleştirmiş, yanındaki kendisinden daha uzun, zayıf adamdan bir adım önde duruyordu.
“Buyurun amirim!” dedi uzun boylu adam ince bıyıklarının altından.
“Merhaba” dedi başkomiser iki adamla tokalaşırken. Adamın elini gereğinden fazla sıkmıştı. Balıkçıların elleri sert olur diye düşünmüştü ama balıkçının elleri yumuşaktı. Burada bir ceset bulundu, bir şey gördünüz mü?”
“Geç geldik bugün” dedi güreşçiye benzeyen adam, dişleri sarı ve dökülmüştü. “Biz geldiğimizde sizin arkadaşlarınız gelmişti.”
“Anladım, peki buranın akıntısı ne tarafa doğrudur. Yani nereden atılmış olabilir?”
“Başkomiserim” dedi güreşçiye benzeyen adam eksik dişlerinin arasından, tıslayarak çıkıyordu sesi. Aklından tüm kıyıları geçirdiği çok belliydi. “Atılabilecek iki yer var. Buraya iki kilometre uzakta bir koy var. Orası ıssız olur. İlk oraya bakın derim. Birde on kilometre kadar uzakta bir yer var ama orası uygun değil. Genelde orayı içkiciler kullanır.”
“Orası olmaz!” diye araya girdi uzun boylu adam.
“Teşekkürler beyler” dedi başkomiser. “Siz bu kızı daha önce buralarda gördünüz mü?”
“Bakalım” dedi adam.
Murat’ın peşine takılan iki adam yerde yatan kıza doğru gidiyorlardı.
“Celil!” dedi başkomiser kadim dostunun omzuna elini koyarak, “gidelim şu koya, ne dersin?”
“Olur, patron sensin.”
Arabaya bindi iki emektar polis. Vahşetten kaçamıyorlardı. Şehir, içine aldığı hayatları öğütüp tüküren devasa bir canavar gibiydi. Çocuk yaştaki bu kızdan kim ne isterdi? Terleyecek diye korkulacak yaştaydı. Arabanın içinde insanı ezen bir sessizlik vardı. Sayamayacağı kadar ceset görmüştü iki polis ama bu alışılabilecek bir durum değildi. Genç insanların ölümü her zaman etkilerdi başkomiseri. Asla kendini soyutlayamazdı cinayetlerden.
“Şuradan” dedi Celil az ilerideki sapağı gösterirken.
Bozuk yola giren araba sallanarak ilerledi ve sahile yüz metre kadar mesafeye yapılmış tümseğin önünde durdu. Arabadan inen iki tecrübeli polis tümseğin üzerine çıkarak manzaraya baktı.
“Burası güzelmiş” dedi Celil.
“Baya güzel, şu kayalıklara doğru gidelim”
Kayalıklara varmadan toprak arazide yürüyen iki polis etrafa göz atıyorlardı.
“Burada!” dedi Celil durarak, “bir şey bulmak zor, çok yağmur yağdı geçen gün”
“Olsun, biz bakalım yine de.”
Kayalıkların en düz olanına atladı başkomiser. Taşların arasına göz atarken düşünüyordu. Karşı kıyıdaki arama yapan polislere bakarak, “buradan attı desek akıntı tam o yana götürür.”
Kayalığın diğer tarafına göz atan Celil heyecanla seslendi.
“Başkomiser!”
Kendisine seslenen Celil’e dönen başkomiser taşların üzerinde sekerek kadim dostunun yanına gitti.
Celil cebinde çıkardığı eldiveni eline geçirirken, “burada bir kadın ayakkabısı var!” diye bağırdı.
“Evet” dedi başkomiser, “bu onun ayakkabısı.”
“Buradan atılmış.”
Celil telefonunu çıkardı ve Zehra’yı aradı.
“Kızım, karşı kıyıdan atılmış ayakkabının diğer tekini bulduk. Siz şehirden bu tarafa gelen yollardaki kameraları inceleyin. Kızın kimliğine bakalım. Ailesi, sevgilisi ne bulabilirsek…” Biraz bekledi, “kolay gelsin. Buraya ekip yolla iyice araştırsınlar” dedi.
“Öldürmüş ve buraya getirmiş. Sonra ayağına ağırlık bağlamak için ayakkabısını çıkarmış.”
“Biraz daha araştıralım.” Başkomiser tedbiri elden bırakmazdı.
“Başkomiserim” dedi Zehra tahtanın başında dikilirken burnunu çekiyordu. “Leyla henüz on yedi yaşında, lisede okuyor. Ailesiyle ve arkadaşlarıyla konuştuk. Kız derslerinden başka bir şey düşünmezmiş. İyi bir üniversite kazanıp özellikle ailesinden kurtulmak istiyormuş. Kız şiddet görüyormuş. Tek bıçak darbesiyle ölmüş. İki el ve bir ayağının bileklerinde izler var. Bağlanma izleri. Birde vücudunda darp izleri de var. Bazıları yeni bazıları eski. Ve maalesef tecavüzde var.”
“Lanet bir durum desene” dedi Celil.
“Sevgilisi falan yok mu? Dna kalıntısı var mı? ” soruları seriye bağladı başkomiser.
“Sevgilisi yok ama peşinden ayrılmayan bir genç varmış. Okul çıkışlarına gelirmiş, onu almaya bir ekip yolladık. Dna bulunamadı. Prezervatif kullanmış olabilirmiş”
“Tamam, aileyle birde biz konuşalım.”
Toplantı odasında, renkli başörtülü, kısa boylu kadının yüzü olduğundan daha yaşlı görünüyordu. Yüzü acıyla doluydu. Yanında oturan ve önündeki sudan bir yudum alan karısından biraz uzun adamın birkaç günlük sakalı vardı.
“Bizi neden getirdiniz buraya?” diye sordu adam, sinirliydi.
“Kızınızın katilini bulmamız lazım.”
“Bulun o zaman kardeşim!”
“Öncelikle beyefendi” dedi başkomiser, “burada bağıramazsınız, acınızı anlıyorum ve inanın herkes elinden geleni yapıyor.”
“Özür dilerim, çok beterim.”
“Önemli değil, şimdi…” başkomiser durakladı “kızınıza şiddet uyguluyormuşsunuz”
“Onun iyiliği için bazen döverdim” dedi adam hiç saklamadan.
“Böyle mi terbiye ediyordunuz kızınızı?”
“Bu sizi ilgilendirmez. Aile meselemiz bu.”
“Bu aile içi mesele olamaz, kimse kimseye şiddet uygulayamaz. Kızınızda darp izleri var, siz mi dövdünüz?”
“Hayır” dedi adam ağzının içinde geveleyerek.
“Abisi neden gelmedi?” başkomiser cevabı biliyordu.
“Onun işleri var, bize sorun”
“Onunla da görüşmemiz lazım.”
Adamın tavrını beğenmedi başkomiser, ama kızını öldürülmüş biri gibi değildi. Kadına baktı.
“Sizde döver miydiniz Leylayı?”
“Tövbe ben dövmem.”
“Abisi?”
İkisi de konuşmadan önlerine baktılar.
“Abisi?” dedi başkomiser, sesi sertleşmişti.
“Bir çocuk varmış peşinde, mahallede görmüşler, eve gelince abisi biraz hırpalamıştı.”
“Celil” dedi başkomiser, “şu abiyi alın gelin”
Celil masadan kalktı ve odadan çıktı. Başkomiser masaya doğru eğilerek, “bakın, bu kıza birisi tecavüz edip öldürmüş, sizce kim olabilir?”
“O peşindeki serseridir”
“Sence bacım?”
Kadın konuşmadı, yüzüne yayılan hüzün ve gerginlik birbirine girmişti. Titreyen dudaklarına hâkim olamadı. Başörtüsünün ucuyla gözyaşlarını sildi.
İki elini bacaklarının arasına alan genç adam, korkudan titriyordu. Odanın serinliğine rağmen terliyordu.
“Emre miydi?”
“Evet” dedi genç adam dudakları titriyordu.
“Leyla’yı tanıyor musun?” başkomiser sakindi.
“Evet”
“Ne zaman gördün en son?”
“Geçen hafta” dedi genç adam ürkekçe.
“Sesin çıksın biraz, kızı sen mi öldürdün?” Celil sert çıkmıştı.
“Ne öldürmesi abi.”
“Abi yok, başkomiser.” dedi Celil.
“Bak” dedi başkomiser sakince, “bizden bir şey saklama, birazdan senden örnek alınacak, yalan söylemeye kalkma.”
“Başkomiserim” dedi çocuk, yüzü allak bullak olmuştu. “Ben yapmadım, istediğinizi alın. Ben onu çok seviyordum ve asla rahatsız etmedim. Ona zarar veremem.”
Çocuk samimi görünüyordu. Korkuyordu ama bu yaşlarda böyle bir durumun içinde olmak kolay değildi.
“Kaç yaşındasın sen?”
“On dokuz”
“Bak oğlum” dedi başkomiser çocuğa doğru eğilerek, “bu kızı kim öldürmüş olabilir. Bu iş sana kalır. İyi düşün.”
Çocuğun yüz hatları sertleşti. Gözlerinden bir damla yaş süzüldü.
“Bunu ailesine sorun. Onu evlendirmek istemişler. Bana Leyla anlatmıştı. Öğretmenler araya girmiş sonra askıya almışlar. Ama adam çok istiyormuş, otuz beş yaşında bir adam.”
“Şimdi sen gözden kaybolma, ifadeni imzala, sonra git. O eve yaklaşma tamam mı? Bir şey olursa hemen beni ara.”
Celil cebinden kart çıkarıp çocuğa uzattı.
Çocuk odadan çıkarken omuzları çökmüştü.
“Bu çocuk yapmadı” başkomiser sıkıntılıydı.
“Bence de.”
“Ama yine de çocuğu takip edelim, bakalım ne yapacak” başkomiser kısa bir duraklamadan sonra, “Kalk şu aileye gidelim de bakalım kimmiş kızı isteyen. O yapmış olabilir. Reddedilince gururu incinmiştir” dedi.
“Onun gururunu ben var ya…” derken Celil’i susturdu başkomiser.
“Merhaba” dedi Celil ferah dükkâna girdiğinde. Duvarlara monte edilmiş değişik renk ve modellerde fayanslar vardı. Banyo dolapları, eviyeler, bataryalar ve her türlü banyo aksesuarı.
“Merhaba” diye karşılık verdi mavi takım elbiseli adam, sahte gülerek. “Nasıl yardımcı olabilirim?”
“Biz cinayet büronun duvarlarına fayans döşetmek istiyoruz, nasıl olur?” adam Celil’in ne demek istediğini anlamadı.
“Anlamadım”
“Polisiz kardeşim, Burak Umur sen misin?”
“Yok” dedi mavi takım elbiseli adam köşedeki kapıyı işaret ederek, “içeride.”
Bir şey demeden odaya yöneldi iki polis, kapıyı sertçe açınca içerideki, beyaz gömleğin üzerine lacivert cepken giymiş adam, yaslandığı koltukta şekerleme yapıyordu. Birden zıpladı.
“Ne oluyor, bu ne demek?”
“Burak Umur sen misin?”
Adam ayağa kalktı, “siz kimsiniz?”
Burak Umur masasında uysal bir kedi yavrusu gibi oturuyordu. Odaya girince sergilediği sert tavır gitmiş yerine Uyaroğlu gelmişti. “Kusura bakmayın amirim tanıyamadım sizi. Bizim polise askere yanlışımız olmaz.”
“Oraları geçelim” başkomiser hiç lafı dolaştırmaya niyeti yoktu. “Leyla’yı neden öldürdün?”
“Nasıl?” dedi adam, “ne alakası var amirim, işimizdeyiz biz.”
“Kızı istemişsin hem de on yedi yaşında”
“Gördüm beğendim ve istedim. Olmadı okuldan sıkıntı çıkmış, o kadar.”
“Araban nerede?” başkomiser çok sertti.
“Parkta, neden?”
“Celil, beyefendiyi merkeze al, arabayı da ekip çağır incelesinler.
****
Sorgu odasında bekleyen Burak, kravatını gevşetmiş, yüzü allak bullak ve önüne koyulan çaydan bir yudum bile içmemişti. Saatlerdir aynı yerde oturuyordu. Şekilli kesilen sakallarının arasından ter sızıyordu. Ela gözleri korku ile büyümüştü. Parmaklarıyla ritim tutuyordu metal masanın üzerinde.
Kapı hızla açıldı, içeri başkomiser ve Murat girdi. Murat elindeki dosyayı masada oturan adamın yüzüne doğru fırlattı. Adam korkuyla kalkmaya çalışırken sandalyeyle birlikte geriye devrildi.
“Şerefsiz!” diye bağırdı Murat ve adama doğru bir tekme savurdu. Kalkmaya çalışan adam karın boşluğuna gelen tekmeyle duvara doğru savruldu. Başkomiser araya girdi ama Murat’ı tutmak çok zordu.
“Çık dışarı Murat!” diye bağırdı başkomiser.
Murat biraz olsun sakinleşmişti ve kendini tutmaya çalışan tecrübeli polise, “tamam başkomiserim, burada durayım, söz sakin olacağım.”
“Çık dışarı!”
Murat başını önüne eğip çıkarken toparlanmaya çalışan adama nefret dolu bir bakış attı.
Odada başkomiser ile baş başa kalan adam, nefes almakta zorluk çekiyordu.
“Kalk!” dedi başkomiser. “Aslında bırakmam lazım seni onun önüne ama yapacak bir şey yok şimdilik.”
“Ben bir şey yapmadım.”
“Araban öyle demiyor Burak. Teknoloji gelişti sen yıkasan bile iz kalır”
“Nasıl yani?”
“Arabanda Leyla’nın kanı çıktı. Bak anlat ben yoruldum Murat komiser gelir sorguya. Ona göre.”
Adam durgunlaştı, ellerini masanın üzerinde kenetledi ve istemsizce sıktı. Başını öne eğdi.
“Ben bir şey yapmadım. Avukatımı istiyorum.”
“Gelecek avukat, bu senin hakkın. Şimdi soruma cevap ver. Böylesi senin için daha kolay olur.”
Oturduğu sandalyede rahatsızca kıvrandı Burak. Terlemesi artmış, gömleğini ıslatmıştı. Önce sağa, sonra sola amaçsızca bakındı. Karşısında oturan başkomiserden gözlerini kaçırıyordu. Alnını sağ eliyle sıvazlayıp içindeki tereddütten kurtulmaya çalışıyordu. Kulakları kızarmıştı. Oturduğu koltukta erimeye yüz tutmuş bir buz gibi gittikçe küçülüyordu. Sesi zor çıkıyordu.
“Okulunun önüne gitmiştim, arabaya davet ettim gelmedi. Vallahi kötü bir niyetim yoktu. Sonra ısrar etmedim az ileri gittim ve bekledim. Okuldan kimse görsün istemedim.” Soğumuş çaydan bir yudum aldı. “Geçerken indim arabadan, ısrar ettim sonra zorla arabaya soktum. Sadece konuşmak istemiştim. Bağırdı hakaret etmeye başladı. ‘Sen nasıl erkeksin? istemeyen bir insanın hala peşinden gidiyorsun’ dedi. Çok sinirlendim.”
“Erkekliğine laf etti diye he?”
“Evet” dedi adam gözlerini kaçırarak.
“Devam et” dedi başkomiser iç çekerek.
“Sonra sahile gittim orada konuşmaya çalıştım. Hakaretlere devam ediyordu.”
Başını eğdi anlatacaklarından belli ki kendi de iğrenmişti. Ellerini daha da sıktı. Masanın üzerine kapanıp ağlamaya başladı. Başkomiser kalktı ve odadan çıktı. Bir insanın ne hale gelebileceğini her gördüğünde şaşırıyordu. İnsan, nefsine söz geçiremeyecek bir canlıydı. Bıkmıştı bu olaylardan. Kızın ailesi de bu adam kadar suçluydu. Kimse böyle bir hayatı ve sonu hak etmezdi ama insanlık bu ahlak sorununu çözememişti bin yıllardır. Kadim bir meseleydi. Kaç kişi ölmüştü başkalarının ihtirasları uğruna. Bazen para, bazen şöhret, bazen de kadın.
Başkomiser Celil’in omzundan tutup, “ifadesini alın sevk edin. Murat’ı yaklaştırma buraya, hatta evine yolla. Benim hava almam lazım.
Şehrin pis havası ve anlamsız sesleri dolanıyordu meydanda. Ellerini cebine sokup öylece kaldı kalabalığın içinde. Ne yana doğru yürümesi gerektiğine karar veremiyordu. Tekrar binaya girmeye karar verdi. Odasına girdiğinde önünde dosyalar duruyordu. Üst üste yığılmış dosyalar. İçinden hayatlar geçen dosyalar.