“ABAJUR”

  • 07/01/2024
  • 128 Görüntülenme
“ABAJUR”
Eray AkgülEray Akgül

Adam işten dönüyordu. Her zaman yürümeyi çok sevmişti. Yürümek, kendisiyle yüzleşmeye, dertleşmeye ve sakinleşmeye yarıyordu. Bu yürüyüşler kendi yazdıklarının zeminini oluşturuyordu. Her gördüğü manzara bir şeyler çağrıştırıyordu ve üzerine hayal gücü eklenince, romanlar, öyküler ve denemeler geliyor, bazense bir şiir çıkıveriyordu aniden.

İşte öyle bir yürüyüşteydi yine. Yorgundu aslında. Hiç yürüyüş yapacak hali yokken buna direniyordu. Arada mağaza vitrinlerine bakarken bazen herhangi bir şeye takılıp kalıyordu. Ne olduğunun çok önemi yoktu. En bakılmaya değer olmayan- ki bu genel bir yargıydı- nesneler onun zihninde bambaşka etkiler yaratabiliyordu.

Genç denebilecek yaşta emekli olmuştu. Geçinebilmesi için ek işler yapması gerekiyordu ve yapıyordu da. Dergilere yazı gönderiyor, belirli aralıklarla kitap yayımlıyordu. Yapı işlerinde yetenekliydi ama asla o işleri sevmiyordu. Gençken bile ağır gelen işler, bu yaşlarında ise çekilemez bir durumun içine itiyordu onu.

Karısı ise emekli olmak üzereydi ve çoğunlukla evden çalışıyordu. Ülkenin yaşadığı ekonomik çöküşün ardından işsiz kalmış ve ardından daha mütevazı bir iş bulmuş, daha düşük standartları kabul etmek zorunda kalmıştı. Genellikle evden çalışıyordu. Evden çalışma fikri ilk bakışta daha konforlu görünse de, işin içine girince, daha uzun çalışma saatleri, eve dönmenin rahatlığını hissedememe ve sürekli sanal bir gözlem altında olma gibi rahatsız edici şartlarda olduğu kısa sürede çalışanın yüzüne vuruluveriyordu. Ülkede alım gücü çok düşmüştü. İhtiyaçlarını alabilmek için daha çok çalışman gerekiyordu. Daha çok çalışıyor olmalarına rağmen evin ihtiyaçlarını tam olarak karşılayamıyorlardı.

Hava soğuk ve kaldırımlar ıslaktı. Tüm gece yağmur yağmış, sabahla birlikte yağmur dinmiş ama hava açılmamıştı. Kapkara bulutlar, iyice yaklaşmış ve kurşun gibi ağırlaşmıştı. Şimdi ise öğle sonu saatleriydi. Soğuk havaya rağmen, çıplak ayağına terlik geçirmiş bir çocuk gördü köşe başında. Gelen geçen insanlardan para istiyordu. Bunu yaparken, para istediklerinden daha mutsuz değildi. Esmer yüzünde bir çizgi gibi duran dudakları, üzerindeki pejmürde kıyafetlere inat mutlulukla tebessüm ediyordu. Mutluluk ilginç bir histi; içinde bulunduğun durumla her zaman paralel ilerlemiyordu. Bazen, bina tepelerinde hayat bulan ağaçlar gibiydi.

Havaya baktı ve bulutların iyiden iyiye yaklaşmaya başladığını gördü. Yine yağacaktı. Adımlarını hızlandırdı. Hızla dükkânların önünden geçerken gözü bir vitrine takıldı. Geniş cam vitrin, çeşitli hediyelik eşyalarla doluydu. Biblolar, vazolar, birbirinden farklı resimlerle süslü duvar saatleri, tablolar, cam küreler, kuklalar, oyuncaklar ve adamın anlamadığı bir sürü ıvır zıvır. Tam ortada ise sanki dükkânın merkezindeymiş gibi duran bir abajur vardı. Renkli, işlemeli kumaş siperliği, ince metal ve kendi içinde kıvrılan kaidesi ve altında bulunduğu yere sabitlemek için biraz büyükçe yapılmış, yuvarlak ayağı vardı. Lambanın etrafını saran kumaştan yansıyan ışık, açık kırmızı tondaydı. Kararmaya başlayan havada, vitrini tatlı ve yumuşak bir renge boyuyordu. Normalde bu gibi eşyalara ehemmiyet vermez, çoğunlukla görmezdi. Karşısındaki manzaraya dalmışken yanından gelen ince sesle irkildi ve sesin geldiği yöne aniden başını çevirdi. Az önce gördüğü, terlikli dilenen çocuktu. Adamın sıçraması hoşuna gittiği belliydi. Gülümsüyordu.

“Açım” dedi, elini uzatmıştı. Aç bir çocuk bu denli güzel gülebilir miydi? Adam açlık yaşamamıştı. Zaman zaman maddi zorluklar yaşamış ve hala yaşıyor olsa da, açlık yaşamamıştı. Hatta fazla kilolarıyla mücadele etmek için kendini aç kalmaya zorladığı çok olmuştu. Çocuk gerçekten aç mıydı? Yalan söylüyor olabilir miydi? Peki, yalan söyleyen biri bu denli rahat gülebilir miydi? İnsan topyekûn çözülebilecek bir varlık değildi. Fazla ilgilenmedi çocukla ve eliyle uzaklaşmasını istedi. Çocuk küçümser bir bakış attıktan sonra dönerek gitti. Tekrar vitrine baktı.

“Kaç para acaba?” diye fısıldadı.

Dükkânda kısa süre kaldı ve duyduğu rakam karşısında şaşırarak geri çıktı. “Nasıl bu kadar pahalı olabilir?” diye geçirdi içinden. Satıcı adam ise alıcı olmayan müşteriyi gözünden anladığı için adamla ilgilenmedi.

Sokakta yürümeye başladı tekrar. Gençlerin takıldığı kafelerin yanından geçerken burnuna çalınan kahve kokularına aldırmadan ilerledi. Ardından önünde türlü renkte baharatların sergilendiği aktarın, asker gibi sıraya dizilmiş balıkların tezgâha dizildiği balıkçının, camı rengârenk süslenmiş kırtasiyenin, emekli oldukları her hallerinden belli olan yaşlı adamları bağırarak konuştuğu kahvehanenin, pastane, market, market ve sıra sıra marketlerin önünden yürüdü.

Çarşıdan evine doğru giden daha sakin sokağa girdiğinde ise aklına abajur geldi. “Alsam ne olur ki?” diye geçirdi aklından. Ne olacağını biliyordu. Hesapları tamamen şaşardı ve mutlaka başka bir şeyden kesinti yapmak zorunda kalırlardı. Karısının bilgisayar tablosuyla yıllardır tuttuğu gelir gider dengesi şaşacaktı. Kuruşu kuruşuna yazılan tabloya, birde “ABAJUR” diye bir sekme açılacak ve ne zaman tablo kontrol edilse –ki sıklıkla kontrol edilirdi- konusu açılacaktı.

“Birkaç yazı fazla gönderirim” dedi ve kendine güldü. Yıllardır yazmış ama karşılığında para kazanamamıştı. “Neyse!” dedi ve bu nidanın ağzından bu kadar sesli çıkmasına şaşırdı. Etrafını kontrol etti. Kimse yoktu. Kimse onu deli sanmayacaktı.

Biraz daha yürüdükten sonra birden döndü ve hızlı adımlarla abajuru satan dükkâna doğru yürümeye başladı. Neredeyse koşuyordu.

Abajurun içinde olduğu karton kutu, naylon bir poşetin içine konmuştu. Adam poşeti bir hazine gibi taşıyordu. Arada sanki görebilecekmiş gibi bakıyor ve gülümsüyordu. Karısı bu durum karşısında ne yapacaktı. Evlerinde yeterince aydınlatma varken bu sıradan abajura bu kadar çok para vermesinden hoşlanmayacak ve eleştirecekti. Gerçekten de haklıydı. Ama abajuru almaktan kendini alamadı. Tüm alamadıkları, abajurun narin görüntüsünde toplanmış ve alırsa, bugüne kadar ne alamadıysa onun eksikliği de yok olup gidecekti. Bu hislerle yine aynı yoldan evine doğru yürüdü. Kafeleri, aktarı, balıkçının, kırtasiyenin, kahvehanenin, pastanenin ve marketlerin önünden geçerek evinin olduğu sokağa girdi.
Eve girdiğinde karısı ensesini ovuşturuyordu. Bilgisayar başında oturmaktan sürekli omzu, sırtı ve boynu tutulur ve bundan dolayı acı çekerdi. “Hoş geldin” dedi kadın gülümseyerek. Omuzlarını geriye doğru gerdi. “O ne?” dedi poşeti kast ederek.

“Abajur, abajur aldım.”

Adamın yüzü mahcubiyetle düştü. Bu hesapsız harcama şuan onu da çok rahatsız etmişti. Kadın kocasını iyi tanıyordu. Gülümsedi ve sessizce yerinden kalktı. Bakayım nasıl bir şey. Beraberce paketi açtılar. Adam karısının abajuru beğenip beğenmediğini merak ediyordu. Heyecanla paketi açtı. “Çok güzel” dedi kadın. “Cam kenarındaki sehpanın üzerine koyalım.” “Nereden çıktı bu?” diye sordu.
Adam derin bir nefes aldı. “Çok beğendim” dedi.

Kadın masasının başına oturdu ve tabloda yeni bir satıra “ABAJUR” yazdı. Fiyatını karşısına yazdı. Ardından sehpanın iki yanındaki sandalyelere oturdular. Abajur ve iki yanında iki bardak çay vardı. Abajurun tatlı ışığı odayı aydınlatıyordu. Birer kitap alıp arkalarına yaslandılar. Kadın kitaba dalsa da arada kocasına bakıp gülümsüyordu. Adam ise kitaba bakmadı bile. Kadının yüzünde dans eden ışığı izledi. “İyi ki almışım!” dedi. İçinden dediğini zannetti yine ama yine yanıldı. Kadın gülümseyerek, “iyi ki” dedi.

İletişime Geç
Yardıma mı ihtiyacınız var?
Merhaba! Esinti Yayınları 👋
Size nasıl yardımcı olabiliriz?